29.05.2017
2015’in Merakla Beklenen 100 Filmi
61. Snowden (Oliver Stone)
Hayal kırıklığı yaratan Savages’ın ardından Oliver Stone politik araziye Edward Snowden ve sızdırdığı hükümet belgeleri hakkındaki bir biyofilmle geri dönüyor. Laura Poitras’ın Citizenfour adlı belgeselindeki gibi, olaylara gerçekten tanık olmaktan kaynaklanan yüksek etkiye ulaşamayacağını düşünsek de başrole Joseph-Gordon Levitt’in seçilmiş olması ilgimizi uyandırdı. En azından The Fifth Estate’ten daha iyi olacağı kesin. Prodüksiyonun yakında başlayacağı göz önüne alınırsa, filmin sonbahar festival dönemine yetişmesini bekleyebilirsiniz.
62. The Treasure (Corneliu Porumboiu)
Romanyalı Corneli Porumboiu’nun son filmi “When Evening Falls on Bucharest or Metabolism” Amerika’da henüz yakın zamanda sınırlı gösterime girdi fakat yönetmen halihazırda yeni filmi “The Trasure”ı tamamladı bile. “Bir defineyi bulmak için çıktıkları yolculukta türlü türlü talihsizlikle karşılaşan iki adam” hakkındaki filmin kara mizah içerdiği ve yıl sonunda gösterime hazır olacağı söyleniyor.
63. Z for Zachariah (Craig Zobel)
Z for Zachariah, Craig Zobel’in tek bir fast food restoranından azami gerilim çıkaran neredeyse dayanılmaz yoğunluktaki Compliance’tan sonra çektiği ilk film. Yönetmen oyuncularından müthiş performanslar çıkarmakla ünlü ve yeni filminde de benzer bir sonuç bekleyebiliriz, özellikle de Robert C. O’Brien’ın eserinden uyarlanan ve post-apokaliptik bir aşk üçgenini anlatan bu filmde başrolleri Chris Pine, Margot Robbie ve Chiwetel Ejiofor’un üstlendiğini göz önüne alırsak.
64. Mad Max: Fury Road (George Miller)
Otuz yıldan bu yana ilk çekilen Mad Max filmi, yazar-yönetmen olarak bize aşina bir isim olan George Miller’ı ve taze bir yüz olarak da rolü Mel Gibson’dan devralan Tom Hardy’yi sunacak. Miller’ın post-apokaliptik evrenine dönüş yapacağımız bu filmde gönülsüz ve suskun kahramanımızı (Hardy) çöl yağmacılarına karşı (Charlize Theron, Nicholas Hoult, Zoe Kravitz ve Rosie Huntington-Whiteley’nin canlandırdıkları) felaketzedelerden oluşan bir kafilenin yardımıyla savaşırken bulacağız. Üstelik önceki filmlerin aksine, aksiyon filmin en başından itibaren başlayacak ve sonuna kadar da devam edecek. Bu da 110 dakikalık durmak bilmez patlama, stilize araba kazası ve başka yüksek-hız çılgınlıkları demek oluyor – diğer bir tabirle, yaz mevsimine birebir mükemmel bir gişe bombası.
65. Sieranevada (Cristi Puiu)
“The Death of Mr. Lazarescu”nun yönetmeni Cristi Puiu şu sıralar yeni filmi Sieranevada’nın prodüksiyonuyla meşgul. Film, Paris’teki bir iş gezisinden Bükareş’teki yemekli bir partiye katılmak için dönen prestijli bir nörologu ve bu partinin katılımcılarıyla 11 Eylül olaylarının düzmece olup olmadığı üzerine tartışmasını konu alıyor. Romanya’nın en iyi yönetmenlerinden birinin ellerinde olduğunu düşünürsek ortaya nasıl bir iş çıkacağını merak ediyoruz, ki filmin epey tartışma yaratma ihtimali var.
66. Galveston (Janus Metz Pedersen)
Bu film True Detective’in yazarı Nic Pizzolatto’nun aynı adlı romanından uyarlandı. Galveston’un her türlü “en heyecanla beklenen film” listesine girmesi için bu sebep başlı başına yeterli aslında. Hikâyenin ihanete uğradıktan sonra intikamını planlamak için Galveston Texas’a -yani kendine özgü bir biçimde New Orleans kadar eski olan ve hikâyesi anlatılan bir şehre- kaçan New Orleanslı bir kiralık katil hakkında olduğunu duymak merakımızı daha da arttırıyor. Tabii bir de başrole Rust and Bone’dan hatırladığımız Matthias Schoenaerts yerleşince, uzun zamandır beyazperdeye uğrayan en karanlık, en çarpıcı gerilim olabilecek bir filmin reçetesini elde etmiş oluyoruz.
67. War on Everyone (John Michael McDonagh)
İyi yorumlar alan Calvary’nin ardından John Michael McDonald muhtemelen bu yıl, kadrosu Guy Pearce, Garret Hedlund ve Michael Pena’dan oluşan War on Everyone’la beyazperdeye geri dönecek. Hedlund ve Pena suçlulara şantaj yapma planları dikbaşlı bir İngiliz yüzünden çığrından çıkan Güneyli iki polisi canlandıracak ve tahmin edebileceğiniz gibi filmin kara mizah türünde olduğu söyleniyor. Eğer son iki cümle sizi filme ısındırmadıysa daha ne ısındırabilir hayal edemiyoruz.
68. James White (Josh Mond)
Afterschool, Martha Marcy May Marlene ve Simon Killer filmlerinde son birkaç yılın en etkileyici karakter portrelerinden bazılarına imza atan Borderline Film ekibi bu sene Sundance’te görücüye çıkan “James White” filmiyle dönüyor. Başrolde Christopher Abbott’un yer aldığı bu son derece umut vadeden drama “anlık ailevi krizlerde duyarsız ve kendine zarar vermeye meyilli davranışlarını kontrol etmekte güçlük çeken genç bir New Yorklu’nun hikâyesi”.
69. Three Memories of Childhood (Arnaud Desplechin)
Geçen yıl, Arnaud Desplechin’in “Jimmy P.: Psychotherapy of a Plains Indian” filminin peşinden başrolünde yine Mathieu Amalric’in yer aldığı Three Memories of Childhood’un geleceği açıklanmıştı. ‘Çocukluğu ve ergenliğinde hayatını şekillendiren üç döneme göz gezdiren bir adamın portresi’ olarak tanımlanan filmle Desplechin ve Amalric’i yine Cannes’da görürsek şaşırmayız.
70. Legend (Brian Helgeland)
Brian Helgeland geçen sene çektiği 42’yle bir yönetmen olarak kendini yeniden kanıtladı. Jackie Robinson’ın hayatını anlattığı film en iyi işi olmasa da L.A. Confidential senaristinin o filmin hemen ardından bir yenisini çektiğine memnunuz. Sözünü ettiğimiz klasik James Ellroy uyarlaması Helgeland’ın yegane başarısı değil üstelik; kendisi ayrıca son derece eğlenceli Payback’i ve oldukça sevimli Ortaçağ romantik komedisi A Knight’s Tale’i de yönetti. Helgeland, meşhur Kray ikizleri (Tom Hardy) hakkındaki “Legend” adlı filmle suç türüne geri dönüyor; Tom Hardy’nin iki gangster rolünü birden canlandırması bu film için beklentilerimizin artmasına yeter de artar.
71. Run All Night (Jaume Collett-Serra)
“Liam Neeson’lı bir aksiyon filmi daha mı?” dediğinizi duyar gibiyiz. Peki Non-Stop ne olacak? Jaume Collet-Serra’nın standart janra özelliklerini süsleme yönündeki tercihi şimdiye kadar hep tutarlıydı; esnek biçimciliğe saygımız sonsuz ve Run All Night’tan yayınlanan ilk görüntüler filmin bir Taken kopyasından ibaret olmayacağını işaret ediyor.
https://www.youtube.com/watch?v=WZ8-m1nIx-Q&feature=youtu.be
72. The Walk (Robert Zemeckis)
Robert Zemeckis’in son filmi Flight, Paramount Pictures’ı da şaşırtmış olabilecek bir şekilde otuz milyonluk bütçesinden yüz altmış milyon kâr ederek zirveye yükselmişti. Filmin dramatik yönüne bayılmış olmasak da, kaza sahnesini Zemeckis’in animasyon filmler üzerinde çalışırken geliştirme fırsatı bulduğu özel efekt kullanımı açısından muazzam bir sanatsal başarı olarak görmüştük. “Man on Wire” gelmiş geçmiş en sevdiğimiz belgesellerden, dolayısıyla zaten usta işi bir filmi yeniden çekme fikri çok da heveslendirmemişti bizi. Derken The Walk’un fragmanını gördük ve böyle bir yeniden çevrimin neden cazip olabileceğini anladık. Sadece fragmandan bile korkunç bir yükseklik korkusuna kapılınca, yüksek tel sanatçısı Philippe Petit’in hikâyesini yeniden, üstelik görkemli ve başdöndürücü bir 3D formatta anlatmak için en uygun tercihin Zemeckis olduğunu hemen anladık.
73. Slow West (John Maclean)
Bu sene Michael Fassbender’ın yer aldığı beş (hatta Terrence Malick kendine çekidüzen verirse altı) film izleyeceğiz ve bunların ilki olan “Slow West” Sundance’te görücüye çıktı. Gelecek vadeden yönetmen John Maclean’in 19. yüzyıl draması, “sevdiği kadını bulmak için Amerika’nın sınırına yolculuk eden 16 yaşındaki Jay Cavendish’in (Kodi Smit-McPhee) hikâyesi”ni anlatıyor. Silas adındaki gizemli bir yolcu (Fassbender) da Jay’e katılıyor ve yolculuk sırasında bir haydut onları çok yakından takip ediyor. Ben Mendelsohn’ın da yer aldığı kadrosuyla Slow West’in Fassbender açısından 2015’e etkili bir girizgâh olacağını umuyoruz.
74. Southpaw (Antoine Fuqua)
Yönetmen Antoine Fuqua inişli çıkışlı bir kariyere sahip ama “Sohutpaw”, The Equalizer’ın başarısından hemen sonra gelme şansına sahip. Söz konusu aksiyon filminin birtakım problemleri vardı tabii, ama Fuqua’nın kontrollü ve şaşırtıcı derecede sert yönetimi bunlardan biri değildi. Yönetmenin şiddeti genelde beklenmedik tesirlere yol açıyor; kaslı ve çok yönlü Jake Gyllenhaal’un başrolünde yer aldığı boksör filmi Southpaw’ın da benzer bir etkiye sahip olmasını beklemek mümkün.
75. Suffragette (Sarah Gavron)
Brick Lane’in yönetmeni Sarah Gavron’un yeni filmi Suffragette’i bu sene izleyebileceğiz. Erken dönem feminist hareketin, ortadaki sorunu çözmek için kısa zamanda şiddete başvuran öncülerinden birini canlandıran Carrey Mulligan’a Helena Bonham Carter, Anne-Marie Duff, Ben Whishaw, Brendan Gleeson, Romola Garai, Samuel West ve Meryl Streep eşlik edecek. Filmi senaryosu, The Iron Lady’de Meryl Strep’le ve Shame’de Carey Mulligan’la beraber çalışan Abi Morgan tarafından yazıldı; umalım da insan hakları konusunda söyleyecek samimi sözleri olan bir film olsun.
https://www.youtube.com/watch?v=MONqsKlGgLk
76. Magic Mike XXL (Gregory Jacobs)
Soderbergh’in çektiği ilk filmin yaşattığı tecrübenin aynısını beklemesek de -ki Channing Tatum bu filmin daha açık saçık olacağının işaretlerini verdi- Florida’nın en canayakın erkek striptizcileriyle yeni bir buluşma, genelde yaz mevsiminde stüdyolar tarafından ardı ardına gösterime sokulan filmlerin çoğundan daha tercih edilesi. İlk filmin ardındaki zekânın birazını dahi barındırıp olayların tansiyonunu arttırabilirse ve tabii Soderbergh’in sinematografisi ve kurgusuna yakın bir sonuç elde edilebilirse ortaya iyi bir iş çıkacaktır.
77. Selfless (Tarsem Singh)
Görsel dünyanın değeri yeterince bilinmeyen ustası Tarsem kimi zaman hikâyesini destekleyecek unsurlara sahip olmuyor belki, ama The Fall, Immortals ve hatta Mirror Mirror bile kendisinin beklentilerin üzerine çıkabileceğini kanıtladı. Son filminde (The Voices’la farklı bir şeyler aradığını belli eden) Ryan Reynolds, tıbbi bir operasyonla bilincini daha genç ve sağlıklı bir bedene transfer eden ama bunun sonucunda çeşitli komplikasyonlarla karşılaşan ölüm döşeğindeki zengin bir adamı oynuyor. Yaz ortasında gösterilmesi beklenen filmin bu yılın Lucy’si olabileceğini düşünüyoruz ve emin olun bunu iyi anlamda söylüyoruz.
https://www.youtube.com/watch?v=_8XQy8Mh6Hs
78. The Last Face (Sean Penn)
Popüler görüş bu yönde olmayabilir ama Sean Penn’in yönetmenliği, oyunculuğundan daha iyi. The Pledge filmindeki başarısı, Oscar’a aday olduğu performanslarından bile daha kaydadeğer; Jack Nicholson’ın en güçlü performanslarından birini sergilediği inanılmaz bir film. Penn son filmi Into the Wild’ı yedi yıl önce çekmişti, şimdiyse Afrika’daki AIDS kriziyle ilgili, Charlize Theron, Javier Bardem, Adèle Exarchopoulos, Jean Reno ve Jared Harris’in yer aldığı The Last Face’le geri dönüyor.
79. Everest (Baltasar Kormákur)
2 Guns ve Contraband gibi filmleri çekip epey bir eğlendikten sonra Baltasar Kormakur daha ciddi ve Mark Whalberg’siz bir rotaya yönelip Everest’e çıkacak. Jon Krakauer’in kendi anılarına dayanarak yazdığı Into Thin Air kitabından uyarlanan filmde Josh Brolin, Jake Gyllenhaal, Jason Clarke ve John Hawkes, dünyanın en yüksek dağını fethetmek için amansız bir yolculuğa çıkacaklar. Senaryosu Mark Medoff (Children of a Lesser God) ve Simon Beaufoy (Slumdog Millionaire) tarafından yazılan bu film umuyoruz ki sonbahar sezonuna güçlü bir başlangıç olacak.
80. Desierto (Jonas Cuaron)
Gael Garcia Bernal ve Alfonso Cuaron’un, 2001 yapımı Y Tu Mamá También’le başlayan işbirliklerini Cuaron’un oğlu Jonas Cuaron tarafından yönetilecek İspanyolca drama Desierto’da devam ettirmeleri bekleniyor. Söz konusu ilintiler aile bağlarıyla sınırlı değil üstelik: Gravity’nn senaryosunda parmağı bulunan oğlunun iyiliğine karşılık vermek için Alfonso Cuaron filmin yapımcılığını Lucas Akoskin ve Alex Garcia’yla beraber üstlenmeyi kabul etti. Cuaron’un 2007 yapımı Year of the Nail’in ardından ikinci uzun metrajı olan ve Mateo Garcia’yla beraber yazdığı film, Amerika-Meksika sınırını geçme çabaları “sınırın kontrolünü kendi ellerine alan sarhoş bir Amerika vatandaşı” tarafından sekteye uğrayan yasadışı göçmen bir çifti anlatıyor.