30.05.2017

21. Gezici Festival Günlükleri – 3

Que Horas Ela Volta?

São Paulo’nun şöhret kültürüne sırtını yaslayan bir evini odak noktasına alan Que Horas Ela Volta?, yönetmen Anna Muylaert’in kendini olabildiğince varolan çatışmanın dinamizminden uzak tuttuğu bir film. Anne – çocuk gerilimi, sınıf çatışması ve seküler yapının inişli, çıkışlı yapısı içinde o pek bilindik keskin bıçak metaforu, bu filmde sizden habersiz bir yerlerde yahut usulca kendini sunmakta. Filmin kendine rota olarak belirlediği yolda pusulayı taşıyan Val (Regina Case)’in o eşi benzerine az rastladığımız performansı öykünün içinde size ve diğerlerine söz hakkı tanımıyor. Sadece elinizden tutup peşi sıra gittiği odalara beraberinde taşıyor.

Liberal sınıfın istekleri ve beklentilerini sunarken oldukça kibar sıfatlara sığınan işverenlerin konumu, Val’in yıllardır görmediği kızının üniversite için annesinin yanına gelmesi ile değişir. Atılan her adımın büyük bir yük olarak cebe konulduğu öyküde, işler ev sakinlerinin beklentileri yerine Val’in beklentilerini karşılamak üzere yoğrulunca en büyük ironi başlar. Filmin dokusu itibariyle mizahtan fazlaca beslendiği sosyo-ekonomik ayrılıklar yönetmen Muylaert’in vur-kaçları ile doruk noktasını yakalıyor. Val’in kızı ile yakından ilgilenen evin babası Dr. Carlos (Lourenço Mutarelli)’un şakası ise her şeyi özetler: “Benimle evlenir misin?” olarak başlayan diyaloğun bir şakadan ibaret olması, sınıflar arası geçişin imkânsızlığına bir armağan gibi. Genç kadının mimar olmak istemesi ise bu evsizliğin evini arayan göçebesi.

Rak ti Khon Kaen

“Loong Boonmee raleuk chat (2010)” ve “Sud Pralad (2004)” gibi hala hafızanın bir bucağında yer alan filmleriyle tanıdığımız Taylandlı yönetmen Apichatpong Weerasethakul’un geçtiğimiz 68. Cannes Film Festivali’nin yan bölümlerinden Un Certain Regard’da karşımıza çıkan filmi, yönetmenin pek sevdiği noktalara farklı yerlerden yeniden kulaç attığı bir ivmede gelişiyor.

Tarih, sosyo-ben, hafıza ve hafızanın işaret ettiği bulguları kendine kurduğu mistik evde anlatan yönetmenin aslında tek bir ön sözü var: “Yaşananları açıklamak için böyle mistik bir gerekçe olması gerekiyor”. Zihnin derinliklerine indikçe başka bir yönden yörenin ağaçlarına hızla tırmandığımız anlarda öykünün üzerimize yüklediği yük ise hiçte hafif değil. Militarist olan ile sivil olan arasındaki farkı yahut benzeşimi görmek ve yerinde tutmak ise yönetmenin açıklama yaptığı noktada soru kalıbını bize bıraktığı anda değer kazanıyor.

Nefesim Kesilene Kadar

Emine Emel Balcı’nın ilk belgesellerinden sonra anlattığı “Nefesim Kesilene Kadar” için diğer bir uzaydan baktığımız vakit Serap’ın Yokuşları diye nitelendirsek haksız sayılmayız sanırım. Festivalin “Güvencesiz Hayatlar” bölümünde karşımıza çıkan film bir tekstil atölyesinde ortacılık yapan Serap’ın ilk etapta babası ile eve çıkma hayalinden yola çıkan ama bu hayalin ötesinde toplumsal birlikteliğin yan kollarına derinden dokunan bir forma sahip. Çıkar ilişkisi, kaypak baba faktörü, gizli cinsel deneyimin şoka sokan ve egemen yapıyı ters yüz eden tarafı ile hayatın gündelik rutini arasında sıkışan bu başka insanların, başka hayatlarının yokuşun kaçıncı adımında duraksayacağı film öyküsünün merak konusu olmakla beraber ritmini doğuran unsur.

Esme Madra’nın hayat verdiği Serap karakteri bir tarafa yönetmenin yan karakterler üzerine yıktığı yan dünyalar ise başka bir eşiğin tümseği gibi. Zorunlulukların getirdiği bu karakterlere elini atan Madra’nın tarifi zor performansı için övgüyü bir kenara koyarsak, adım attığı suların her kulaçta onu geriye atan dalgalarında boğulmaması ise ayrı bir noktayı beraberinde getiriyor. Sadece ön okumalarla bu kıyafeti giymediği açıkça hissedilen Madra için yönetmen Balcı ise: “Filmde Esme ile çalışma isteğim onun doğal duruşu itibariyle oldu. Biz yaklaşık altı ay tek bir karakteri çalışsakta filmde ben, Esme ve görüntü yönetimi el ele tutuşmuş üçlü bir kombinasyon gibiydik. Bütün cast sürecinde ise uzun süren çalışmalarla birlikte hiçbir zaman bir şeylere yetişmek için aceleci olmadık” diyor.