24.04.2018
29. Ankara Uluslararası Film Festivali Günlükleri #1
Mösyö Mayonez
Avustralyalı yönetmen ve çizgi roman yazarı Phillippe Mora’nın kamerasını kendi ailesinin geçmişine çevirdiği belgeseli Mösyö Mayonez, karikatürlerle dinamikleşen anlatısı ve kısa süresiyle ideal bir festival filmi. Mora’nın annesinin Auschwitz’ten mucizevi kaçışı ve babasının Nazi işgalindeki Fransa’da yaşadıklarını birinci dilden dinliyoruz. Anlattığı döneme göre belgeselin janrını da değiştiren Mora 1 saatin içine hem kara film hem dramı sığdırmayı başarıyor.
Film adını Mora’nın babasının lakabından alıyor.
Bir Geyşa / A Geisha
Festivalin bu seneki resrospektif seçimi Kenji Mizoguchi’nin 1953 yapımı filmi Bir Geyşa, 35 mm gösterimiyle izleyici ile buluştu. Annesinin ölümünden sonra annesinin arkadaşı Miyoharu’ya gidip maiko (genç geyşa) olmak istediğini söyleyen Eiko’nun öyküsü. Usta yönetmenin son dönem işlerinden olan Bir Geyşa içerikten görselliği ile büyüleyen bir eser.
Böcek / Hmyz
Yaşayan nadir sürrealist yönetmenlerden olan Çek yönetmen Jan Švankmajer’in son filmi Hmyz, diğer filmlerinin aksine stop-motion yerine film yapma deneyimini konu edinen bir doküdrama. 20. yüzyılın başlarında Karel Capek’in Pictures from the Insects’ Life adlı oyununun işlendiği Hmyz, bir yandan tiyatro provalarını gösterirken arka planda da Švankmajer ve ekibinin imza sahnelerini nasıl çektiğini izleyiciye sunuyor.
84 yaşına gelen Švankmajer, Hmyz’de adeta sihrini açıklayan bir sihirbaz gibi…
Korkunç Anne / Scary Mother
50’li yaşlarında, yıllarca aile yaşamı yüzünden bastırdığı yazarlık tutkusunun peşinden gitmesini konu alıyor. Manana adındaki bu kadın yazmak için günlük yaşamından ve zihinsel sağlığından fedakarlıklar verirken kendini soyutladığı dünya ise üstüne üşüşmektedir.
27 yaşındaki Gürcü yönetmen Ana Urushadze’nin ilk filmi ve bir ilk filmden beklenmeyecek düzeyde enteresan bir sinema dili var karşımızda. Kurmaca ile otobiyografi arasında keşfedilmemiş bir yazın türüne değinen film sona doğru kendini izleyiciye açıklama kolaycılığına kaçmasa etkisi daha çarpıcı olabilirdi.
Hanging Rock’ta Piknik / Picnic at Hanging Rock
Joan Leslie’nin 1967 yılında yazdığı aynı adlı romanından uyarlanan Peter Weir’ın eşsiz filmi Aktarmasız Avustralya seçkisi kapsamında festivalde. Yakın bir süre içinde Amazon’da dizi uyarlaması da başlayacak eser, piknik yapmaya gittikleri Hanging Rock’ta öğretmenleriyle beraber kaybolan bir grup öğrencinin ve onların yokluğunda geride kalanların başından geçenlerin anlatılıyor.
Festivalde çok iyi bir sürümü gösterilen yapımın sinematografisi ve ses kullanımı filmi tekrar izleyenleri dahi büyülemeyi başardı.
Halef
Neden Tarkovski Olamıyorum filmiyle tanıdığımız Murat Düzgünoğlu’nun yeni filmi Halef, festivalin ulusal yarışma seçkisinde yer alıyor. Adana’da geçen bir reenkarnasyon öyküsü olan film yine yönetmen Düzgünoğlu’nun Tarkovski takıntısından izler taşıyor.
Muhammed Uzuner ve Şükrü Babacan’ın üst düzey oyunculukları ve uyumuna rağmen film teknik anlamda sınıfta kalmış. Özellikle filmde kullanılan ağır çekimler bu çapta bir filmde görmek istemeyeceğimiz kadar amatör duruyor.
Tuzdan Kaide
Festivalin bir diğer yarışma filmi açılışını Berlinale’de yapan Tuzdan Kaide, Fol Sinema ile ülkemizde deneysel sinema ile ilgili açığı kapatan Burak Çevik’in ilk uzun metrajı. Burak Çevik’ten bekleneceği üzere deneysel türde bir film olan Tuzdan Kaide, kadınların egemen olduğu bir dünyayı sunuyor. Zaman/mekan kavramlarını anlamsız kılan diliyle hazmetmesi zor bir yapım. İzleyiciyi uçlara sürükleyen bu eserde benim tarafım olumsuz.
Yaşayan Ölülerin Gecesi / Night of the Living Dead
Korku sinemasının atası, geçtiğimiz sene kaybettiğimiz George A. Romero’nun 1968 yapımı kült filmi Night of the Living Dead’i festival sayesinde perdede izleme şansına eriştik. Zombi sinemasının referans filmi olarak gösterebileceğimiz yapım 50 yaşında olmasına rağmen hala çok değerli.