20.04.2023

42.İstanbul Film Festivali’nden Notlar

Belgesel Filmlerde Kurgu Süreci Paneli

KUDA, Türkiye’de belgesel/kurmaca türlerinde film ve dijital platform projelerinde çalışan kurgucular arasında iletişim ağı kurup birbirlerine destek olmalarını sağlamak için kuruldu. Amacı, benzer sorunlar yaşayan kurgucular arasındaki iletişimi güçlendirmek ve çalışma koşullarını iyileştirmek yönünde adımlar atmak.

Söyleşiye katılan kurgucular İdil Akkuş, Fırat Yücel, Tuvana Simin Günay, Feyza Kayıkçı, Çiçek Kahraman’ın moderatörlüğünde belgesel filmlerde kurgu üzerine konuştular. Panelde konuşmacılar, belgesel çalışmaların uzun zamana yayılması, yarışmalarda belgeselde kurgu ödüllerinin olmaması, belgesellerin ücretsiz gösterilmesi, festivallerde sansür uygulanması gibi sorunlara değindiler. Hem yönetmen hem kurgucu olarak çalışmanın avantaj ve dezavantajları da konuşulan konulardan bir diğeriydi. Düet belgeselinin iki yönetmeninden biri olan İdil Akkuş, kurgu sürecinde yönetmenliğinin kurguculuğunu engellediği anlardan bahsetti. Fırat Yücel ise bir yandan çekmeye devam ederken diğer yandan da kurguda çalıştıklarını belirtti. Feyza Kayıkçı, dünyada kurgucunun senarist olarak da adlandırılmasının konuşulduğunu belirtti.

APTALLAR – GLUPCY –FOOLS

Polonya, Romanya, Almanya yapımı yönetmenliğini Tomasz Wasilewski’nin yaptığı Aptallar gerçekten festival programına nasıl seçildiğini anlamadığım bir film oldu. Film bitmeden salondan çıkanlarla konuşmayı çok isterdim ama ben sonuna kadar dayandım.

Filmin tanıtımında cinsellik/şiddet içeren sahneler bazı sahneler sizi rahatsız edebilir yazıyor ama sadece bu değil. Açılış sekansı bir çiftin yatakta oldukça tutkulu sevişmeleri. Kamerayı yatağın baş ucuna yerleştirince değişik bir açıdan onların hayatına dahil oluyoruz. Geniş pencerelerin baktığı yer grimsi mavilikte deniz. Bu sahne bizi tutkulu bir aşk ilişkisine hazırlıyor gibi. Evet tutku var ama eşler arasında değil. Kadın yataktan kalktığında evin kapısını açıyor. Gördüğümüz karanlık, dalgalı deniz. Filmin sonuna kadar bunun hayal mi gerçek mi olduğunu ve neden gerekli olduğunu anlayamadım.

Konu kendisinden neredeyse yirmi yaş küçük gibi anladığımız eşiyle tutkulu bir ilişki yaşarken yatağa bağımlı, konuşamayan, hareketsiz oğlunun eve gelmesiyle annelik duygularıyla çelişkiye düşen bir kadın etrafında dönüyor. Tutku kocadan, oğula geçiyor. Film oldukça rahatsız edici hastalık, ölüm görüntüleri ve yatağa bağımlı adamın iniltileriyle devam ederken izleyiciyi ters köşeye düşüren bir açıklamayla bitiyor. Kadın, oğlunun kaybıyla aklını mı yitiriyor, yoksa oğluna olan tutkusunu kocasına mı yöneltiyor? Filmin tek ilgi çeken yanı doğanın konunun ruh haline uygun renkleri ve dalgalı deniz görüntüleri. Uzun zamandır bu kadar anlayamadığım bir film izlememiştim. Polonyalı yönetmen yedi yıl önce Berlinale’de United States Of Love ile en iyi senaryo yazarı ödülünü almıştı.

BEBEK – THE DOLL- GHOOLCHAGH

Ben de her festivalde İran’dan filmler arayan izleyicilerdenim. Bu yüzden festivalin dokuzuncu günündeki tercihlerimden birisi de İran Azerilerinin kültürüne odaklanan Bebek oldu. Daha önce EV filmiyle tanıdığımız yönetmen Asghar Yousefinejad ne yazık ki filminin bu halini görmeden vefat etmiş. Asghar Yousefinejad, İran’da Azerice film yapan en iyi yönetmendi.

Bebek filminde Azerice birçok deyim, atasözüyle Azeri kültürüne dayanan gözlemler var. Film tek mekânda, geniş bahçeli bir evde zaman zaman evin içinde zaman zaman bahçede, bir gecede geçiyor. Hatta belki de birkaç saatte. O gece evde bir nikâh kıyılacak. Bu nikâh etrafında kadın-erkek ilişkilerinin tüm sorunlu yanlarına kara mizahla değiniliyor. Tam bir güleriz ağlanacak halimize durumu. İstenmeyen bir evliliğe engel olmak için büyü yapma telaşında genç bir erkeğin çişini arayan kadın akrabalar, muta nikâhıyla bir erkekle birlikte olan kadın, eşinin ölüp ölmediği belli olmadan muta nikâhlı gizli eşinden ayrı kızı yaşında başka bir kadınla evlenmek isteyen yaşlı adam… Ve sonunda “”sizi tüm pisliğinizle bırakıyorum, sabah geldiğimde burada olmayın diyen genç gelin. O gece ve o ev toplumun kendisi. Gelinin mekânı terk etmesi ise geleceğe dait umut, sevgi, özgürlük, adaletin temsili. Tıpkı yönetmenin eşinin film sonrası söyleşide dediği gibi: “Biz tüm insanların; kadınların ve erkeklerin özgür olması yolunda çalıştık.”

EISMAYER

Festivalin Nerdesin Aşkım bölümünden Eismayer, gerçek bir olaydan esinlenen hikâyesiyle oldukça ilgi çekici filmlerden. Filmin yönetmeni David Wagner Avust, Eismayer’i yaklaşık yirmi yıl önce askerlik yaparken duymuş. Bundan on dört yıl önce Eismayer ve Falak’ın aşklarını Avusturya Silahlı Kuvvetleri’nde ilan ettikleri haberini okuyunca ilk uzun metraj filmini onlardan esinlenerek yapmaya karar vermiş.

Film oldukça eril bir dille başlıyor. Eismayer, askeri kıtada adeta terör estiriyor. Yavaş yavaş onun özel hayatına dair bilgiler ediniyoruz. Karşısında ise Falak var. Cinsel yönelimini en baştan gizlemiyor. Genç yaşına rağmen kendinden emin. Zamanla Eismayer, Falak’la yaşadığı aşkla değişiyor. Film iki erkek arasında oolabilecek en tutkulu ilişkiye odaklanıyor. Eismayer’in gergin yüz ifadesi yerini Falak’a doğru sevgi dolu bakışlara bırakıyor. Filmin açılış planı yıkık, çatısı olmayan ve içine kar yağan bir ev. Zaman zaman bu ev tekrar karşımıza çıkıyor. Adeta konunun değişimini destekleyen bir metafor gibi. Falak, Eismayer’i ilk öptüğünde gözünün önünden yeşil ağaçlar geçiyor. Sonra bu evin içinde Eismayer aşkını açıklıyor, cinsel yöneliminin erkeklerden yana olduğunu herkese ilan ediyor, en önemlisi de kendisi bunun normal olduğunu kabul ediyor: Şiddetli eril dille başlayan film, sevgi dolu, sıcacık bir sonla bitiyor.