19.07.2021

Documentarist 14. İstanbul Belgesel Günleri’nin Ardından

Aylar Sonra Salonlarda Festival Takip Etmenin Heyecanı Büyüktü

Son ana kadar salonlarda mı yapılacak yoksa internet üzerinden mi gerçekleşecek derken Documentarist İstanbul Belgesel Günleri gösterimleri Pera Müzesi, Arter ve Fransız Kültür Merkezi’nde 6-11 Temmuz tarihleri arasında bizleri yeniden salonlarla buluşturdu. Önlemlerimizi aldık, maskelerimizi taktık, dezenfektan, kolonya eşliğinde birbirinden etkileyici filmleri izledik. Yan etkinliklerle de zenginleşen programda çevrim içi gösterimler de oldu.

Bugüne kadar festivalde ödül kazanan filmler bir hafta boyunca ücretsiz izlemeye açıldı. Geçen yıl pandeminin ilk günlerinde nasıl film izleyeceğiz diye düşünürken bir yılı devirdik ve hem salonlarda hem de çevrim içi film izlemeye başladık. Tabii ki sinemada film izlemenin tadı başka ama son bir yıldır hayatımıza yoğun olarak giren gerek ücretli gerek ücretsiz çevrim içi film gösterimleri ve söyleşiler de uzakları yakın yapması anlamında işimize gelmiyor değil. Bakalım bundan sonra bu anlamda bizi neler bekliyor.

Yan Etkinlikler Söyleşilerden

Documentarist’e dönersem bu yıl Fransız Kültün Merkezi bahçesinde gerçekleşen açılışla başlayan 14.İstanbul Belgesel Günleri 11 Temmuz’da Zeytuna’nın sıcacık ortamında yapılan ödül töreniyle sona erdi. Bir festivalin açılış töreni, yanı sıra kokteyller, kapanış, ödül törenleri, tüm bu etkinlikler sırasında eski tanıdıklarımızı görmek, yenilerini edinmek ne kadar güzel heyecanlarmış yeniden hatırladık.

Uzun bir aradan sonra salonlarda film izlemek, filmler sonrasında yönetmenleri dinlemek, soru sormak, masterclasslara, söyleşilere katılmak tüm izleyenlere çok iyi geldi. Bir çok İstanbulsever dostumun Taksim’de bir vaha olarak adlandırdığı Fransız Kültür Merkezi’nin bahçesinin de söyleşi için kullanılması çok iyi bir karardı. Sıcak bir İstanbul akşamında festivalin bu yılki onur konuğu Lübnanlı belgeselci Eliane Raheb’i ve onun Miguel’in Savaşı filmindeki karakteri Miguel Jleilaty’i dinlemek çok keyifliydi. Kuirfest’le ortak gerçekleşen bu söyleşi de yoğun ilgiyle karşılandı. Miguel Jleilaty, oldukça özgür bir karakter. Çekimler sırasında yönetmene sıkıldığını açıkça söyleyebiliyor, onunla tartışabiliyor. Yönetmen de en az onun kadar özgür davranıyor. Sonuçta aralarında bir uyum yakalıyorlar ve ortaya hiç sıkılmadan izlenen yüz yirmi sekiz dakikalık bir film çıkıyor. Fakat Miguel bu uyumu ailesiyle yaşayamıyor. Cinsel tercihi nedeniyle ve bunu bu filmde açıkça anlatması nedeniyle ailesinin onunla görüşmediğini söylüyor.

Festivalin yan etkinliklerinden bir diğeri de Levent Artüz ve Mücella Yapıcı’nın katıldığı Marmara Ölürken, Kanal İstanbul : Zincirleme felaketler çağında malum soru : Ne yapmalı ? söyleşisi oldu. Tütün Deposu’nda gerçekleşen söyleşide Marmara Denizi’ni derinden etkileyen müsilaj ve çevre felaketleri üzerine konuşularak yapılabilecekler tartışıldı.

Festivalin Onur Konuğu Eliane Raheb ve Miguel’in Savaşı

Lübnanlı belgesel yönetmeni, eğitmen Eliane Raheb kendisiyle yapılan masterclass’ta festivalde gösterilen tüm filmlerinin çekim süreçlerinden bahsetti. Karakter üzerine çalışırken karakterinizle birlikte yaşayarak onu tanımalısınız yoksa eseriniz çok yüzeysel kalır dedi. Miguel’s War filminin başarısında karakterini bu kadar yakından tanımasının, onunla çok uzun zaman geçirmesinin etkileri çok fazla. Eliane Raheb, filmlerinde ülkesi Lübnan’ın tarihine de bir yolculuk yaparken, politikanın ve dolayısıyla gelenek ve göreneklerin insanları nasıl etkilediğini de gösteriyor. Eliane Raheb, Beyrut’un aktif bağımsız sinema kurumu Beirut DC’nin kurucularından biri. Festivalde Raheb’in son filminin yanısıra iki uzun metrajlı filmi de izlendi. Bunlar “Uykusuz Geceler” (Sleepless Nights, 2012) ve “Geride Kalanlar” (Those Who Remain, 2016).

Documentarist 14. İstanbul Belgesel Günleri’nin Ödülleri

Johan van der Keuken Yeni Yetenek Ödülü jürisi bu yıl Tarabya Kültür Akademisi sanat yönetmeni Pia Entenmann, yapımcı Armağan Lale, sinema yazarı Ayça Çiftçi, müzik yazarı akademisyen Feyzi Erçin ve belgesel yönetmeni Ardin Diren’den oluşuyordu. Jüri üyeleri kapanış gecesi yapılan ödül törenine internet üzerinden katılarak ödülü bu filme vermekteki gerekçelerini şöyle açıkladı: “Bir sanatçının görsel ve işitsel üslubunu hem benimseyip koruyarak ama hem de bugüne taşıyıp dönüştürerek belgesel sanatının estetik imkânlarını yaratıcı bir şekilde araştırdığı için”. Yönetmen Serdar Kökçeoğlu, Manhattan Adası’nın Robinson’u Mimaroğlu adını verdiği belgeselde caz piyanisti İlhan Mimaroğlu’nu kendi sesinden ve çok sevdiği eşinin anılarıyla izleyicilerle buluşturuyor. Belgeselin yapımı sırasında çok fazla belge, fotoğraf, ses kaydı gibi materyallerle karşılaşan yapım ekibi, filme katkısından dolayı İlhan Mimaroğlu’nun ilk eşinden olan oğlu Rüstem Batum’u da anmadan geçmiyor. Rüstem Batum’un her ne kadar annesi İlhan Mimaroğlu’yla evlenip Amerika’ya yerleşince ailevi bir kırgınlık yaşasa da zamanla ondan ne kadar etkilendiği de filmdeki konuşmalarından çok açıkça belli oluyor. Filmle birlikte sadece İlhan Mimaroğlu’nu değil aynı zamanda onun büyük bir aşkla bağlı olduğu eşi Güngör Mimaroğlu’nu da tanıdık. İlhan Mimaroğlu’nun zaman zaman sesini, zaman zaman kaydettiği görüntüleri de filme alan yapım ekibi oldukça geniş bir arşivden çıkan yetmiş yedi dakikalık filmle yeni yetenek ödülünü sonuna kadar hak ediyorlar.

JvdK Yeni Yetenek Ödülü jürisi festivalde gösterilen iki belgesele de özel ödül verdi. Bunlardan birisi Ayça Damgacı ve Tümay Göktepe’nin “Patrida” , diğeri ise Pınar Öğrenci’nin “Gurbet Artık Bir Ev” isimli filmleri. Jürinin “Patrida” filmine ödül verme gerekçesi; “Bir aile hikâyesinin izini sürerken geçmişi bugünle, kişisel olanı toplumsal olanla buluşturduğu ve farklı zamanlarda farklı coğrafyalarda yaşanan göç deneyimlerini birbiriyle diyaloğa sokarak filmin hikâyesini başarıyla çok katmanlı bir hale getirdiği için”.

“Gurbet Artık Bir Ev”e ödül verme gerekçeleri ise “Türkiye’den Almanya’ya yaşanan işçi göçünün 60. yılında dönüp geçmişe bakarken farklı sesleri buluşturan bir yapıyla kadın deneyimlerine odaklandığı ve aynı zamanda durağan görüntüleri sinematik kılmanın yaratıcı yöntemlerini geliştirdiği için” olarak açıklandı.

Festivalde bir diğer ödül de Maricke Nieuwdorp (Hollanda), Nadia Meflah (Fransa) ve Ahmet Gürata’dan (Türkiye) oluşan FIPRESCI Jürisi Eleştirmenler Ödülü. Bu ödül de

Paraguaylı yönetmen Arami Ullón’un yönettiği “Güneş Hariç Hiçbir Şey” (Nothing But The Sun) adlı belgeseline verildi. Jüri ödülünü şu şekilde gerekçelendirdi: “Sabırla örülmüş bu filmde, hikâyenin yerini bütün bir dünya alıyor, karakterlerin melankolisini bizlere şarkılar taşıyor. Yönetmen, kapitalizm virüsünün en büyük tehdit haline geldiği günümüze dair güçlü bir siyasi mesaja sahip bir film sunuyor bizlere. Ele aldığı soykırıma varan sömürgecilik trajedisine karşın, şiirsel ve aydınlık bir film bu.”

Eleştirmen ve belgeselci Necati Sönmez’le birlikte Festival Sanat Yönetmeni olan Emel Çelebi’yle festival öncesi konuştuğumda festivali yapıp yapmama konusunda başlarda ne kadar kararsız olduklarını ama sonra Pera Müzesi, Fransız Kültür Merkezi , Arter’in onlara kapılarını açtığını, az film koyarız, HES kodu isteriz, az seyirci alırız diyerek güvence verdiklerini ve festivali salonlarda yapma kararını aldıklarını belirtmişti. Yeniden sokaklara, salonlara dönmenin hepimiz için ne kadar büyük moral ve özgürleşme duygusu olduğunu konuşmuştuk. Festival bitip de üzerinden bir hafta geçince Emel Çelebi’yle tekrar konuştum ve festival sonrası duygularını öğrenmek istedim. Sevgili Emel ,bu kez sözlerine “İyi ki …” diyerek başladı. Ve şöyle devam etti ; “ İyi ki yaptık diyorum… Bir festivalin ait olduğu yer salonlar. Hem seyirci hem de festivali organize edenler olarak bizim için de öyle. Gelen konuklar, yönetmenler, q&a’ler, masterclasslar, paneller, söyleşiler, film arası sohbetler, içilen bir fincan kahve, eski dostları görmek, yenilerini edinmek… Yani etkileşim. Bir festivalin olmazsa olmazları. Bunları zoom üzerinden yapmak bizi kısıtlıyor. Yeniden salonlarda, mekânlarda buluşmayı diliyorum.” Burada ben de salonlara gelen izleyici ve film ekiplerinin de tedbirler konusunda ne kadar dikkatli olduklarını, salonlarda koltuklar arasında yerinden sökülen koltuklarla boşluklar bırakıldığını, festival ekibinin de son derece dikkatli olduğunu belirtmek istiyorum.