15.04.2022
Pera Sohbet: Emre Kayiş
“Anadolu Leoparı, Anlattığı Hikâyenin Dışında Bir Gerçekliğe İşaret Eden Alegorik Bir Film”
Emre Kayiş’in bol ödüllü ilk uzun metrajı Anadolu Leoparı, festival macerasının ardından kısa bir süre önce vizyona seyircisiyle buluştu. Dünya prömiyerini gerçekleştirdiği 46. Toronto Film Festivali’nin Keşif bölümünde FIPRESCI Ödülü’nü kazanan film, saf bir Ankara hikâyesi sunuyor. Yaşadığı zamanın kirli düzeni arasında var olmaya çalışan Fikret’in zamandan sıyrılan bir anlatım içindeki silik varoluşunu Ankara’nın çatık kaşlı bürokrasisi ve devlet daireleri içine nüfuz ettiren film, türünün son örneği bir adamın ruhunu resmediyor. Oyuncu kadrosunda Uğur Polat, İpek Türktan, Seyithan Özdemir, Tansu Biçer, Ege Aydan, Osman Alkaş ve Nuri Gökaşan’ın yer aldığı film, nesli tükenme tehlikesi altında Anadolu leoparı ve 22 yıldır Ankara hayvanat bahçesinin müdürü olan Fikret’in birbiriyle özdeşleşen hikayesini konu ediniyor.
Filmin yönetmeni ve aynı zamanda senaristi olan Emre Kayiş ile gerçekleştirdiğim bu röportajda filmi, hikayesi, çekimleri, gelecek hedefleri ve merak ettiğim başka noktaları da konuşma fırsatı buldum. Keyifli okumalar.
Filmi konuşmaya başlamadan önce sizi tanıyalım isterseniz. Kısaca kendinizden bahseder misiniz? Sizi hukuktan sinemaya yönlendiren ne oldu?
Ankara’da doğup büyüdüm. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra London Film School’da yüksek lisans derecesi aldım. Edebiyat, felsefe ve sonrasında ise sinema ile yakından ilgili bir ilk gençlik geçirdim. Hukuk eğitiminin ruhuma uygun olmadığını anlamam uzun sürmedi ancak arzu ettiğim alana yönelmek için coğrafyanın kaderine uygun bir süre beklemem gerekti.
Filmin ortaya çıkış hikâyesi ve gelişim süreci nasıl gerçekleşti?
Filmin duygusunu uzun zamandır içimde taşıyordum. Öyle sanıyorum ki, anadolu leoparının kederli ve bir o kadar da absürt çöküş mitinden esinlenerek, zamanın ruhuyla senkronize olamayan insanların savrulduğu alegorik ve içinde yaşayanlar açısından güncel politik referanslar bağlamında çok tanıdık bir evren yaratmak istedim. Sonra her şey bir biçimde bir araya geldi.
Özellikle ilk uzun metrajlarda çeşitli fonlardan alınan destek, genç yönetmenlere büyük fırsatlar yaratıyor. Bu noktada filminizin T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğinin yanı sıra birçok ortak yapımcısı ve ayrıca yetkili yapımcısının olması elinizi nasıl güçlendirdi?
Arthouse filmlerin destek mekanizması oldukça meşakkatli. Bu bağlamda T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı desteği oldukça kritik zira bu kaynağın sağlanmaması durumunda diğer ülkelerin Minority Co-production programlarından destek bulmak son derece güçleşirken, EURIMAGES gibi harcama yükümlülükleri oldukça avantajlı olan destek mekanizmaları ise tamamen ulaşılamaz hale geliyor. Film, bakanlık desteği aldıktan sonra Almanya, Danimarka ve Polonya film fonlarından destek aldı. Bu durumun artıları ve eksileri mevcut. Farklı ülkelerin sinema fonlarının senaryoya ve artistik vizyonuma güvenmesi manevi bir güç katarken, filmin bilinirliğini sağlamak yönünden de faydalı oldu. Ancak diğer taraftan da çok karışık bir harcama yükümlülüğü ve ortak çalışma zorunluluğu yarattı.
Filmdeki hikâyenin temelini oluşturan canlı, bu topraklarda yaşayan ve soyu tükenme tehlikesi altında olan Anadolu leoparı. Ülkemizde nesli tükenme tehlikesi altında olan başka canlıları da düşündüğümüzde özellikle Anadolu leoparını seçmenizin özel bir nedeni var mı?
Leopar, Anadolu’da neolitik çağlardan bu yana dehşet saçan, tedirgin edici bir figür. Öte taraftan ise güç, ihtişam, güzellik gibi ögelerin üzerinde toplandığı bir canlı. Bu anlamda diğer canlılara namzetle geçmiş görkemli günlerini geride bırakmış, içinde yaşadıkları zamanla uyumsuz, çöküş dönemi tanıklarının duygu dünyalarını tarif etmek bakımından en uygun metafor olduğu düşüncesindeyim.
Filmde, özeleştirme sürecindeki hayvanat bahçesinde 22 yıldır müdürlük yapan ve yaşadığı zamana tutunamayan Fikret’in Anadolu leoparıyla kesişen hikayesini anlatıyorsunuz. Hikayenin içine dahil olunca hem Fikret hem de Anadolu leoparının varoluşlarının bütünleştiğini görebiliyoruz. Tabandaki bu buluşmayı senaryo sürecinde işlemek kolay oldu mu?
Bu soruya yanıt vermek hem kolay hem de güç zira senaryoyu tamamlamamın üzerinden epeyce süre geçti ve sürecin içindeki patikaların engebelerinin kaslarıma verdiği yorgunluk hafızamı terk edeli uzun zaman oldu.
Yaşadığı zamanın kirli düzeni arasında var olmaya çalışan Fikret’in zamandan sıyrılan bir anlatım içindeki silik varoluşunu Ankara’nın çatık kaşlı bürokrasisi ve devlet daireleri içindeki yalnızlığında görebiliyoruz. Fikret karakterinin yaratım süreci ve Uğur Polat ile rolü üzerine çalışma deneyimlerinizi aktarabilir misiniz?
Filmin ele aldığı temalar bakımından Fikret bu hikayenin doğal protagonisti olarak kendiliğinden ortaya çıktı. Uğur Polat’la ise senaryoyu tamamladıktan hemen sonra iletişime geçtim zira role çok uygun olduğu düşüncesindeydim. Çeşitli okuma provaları yaparak ve ekseriyetle karakterin filmin çeşitli fazlarındaki dönüşümü üzerine konuştuk.
Hikayenin içinde konumlanan Arap sermayesi, Melih Gökçek dönemi fiyaskosu Ankapark’ı andıran süreç ve özelleştirme konularına da yaptığınız atıfla politik düzlemin içine giriyorsunuz. Filmin politik anlatısı ve asıl işlemek istediğiniz konu birbirini nasıl dengeledi?
Güncel politik olana ilişkin referansların ön plana çıkmasını istemiyordum. Evrensel bir alegori kurmak ancak bunu yerel mekanizmalara yaklaşacak ancak asla tam olarak dokunmayacak biçimde oluşturmak arzusundaydım. Böylesine bir denge kurmamın sebebi öyle sanıyorum ki budur.
Film, mekansal ve zamansal anlamda bulanık bir görünüme sahip. Devlet dairelerinde kullanılan tüplü bilgisayarların tam zıttı akıllı telefonların varlığı ve şehrin bariz şekilde Ankara olmasına karşın Fikret’in araba plakasının 87 kodlu olması, bu durumu yansıtıyor. Bu tercihin altında yatan neden ne oldu?
Filmin zamansal ve mekansal anlamda netlik içermemesi benim için önemliydi. Zira Anadolu Leoparı, anlattığı hikayenin dışında bir gerçekliğe işaret eden alegorik bir film. Ruhunu ve hikayesini çok iyi bildiğim Ankara’yı bir plato olarak seçsem de New York City – Gotham City, yahut Kaurismakiyen Helsinki örneklerine benzer, mevcut olana benzeşen ancak gerçek olmayan bir kent yaratmak istedim. Ankara’yı yahut Türkiye’yi tanımayan izleyici için mekansal bir analiz yapmak haliyle imkansız olacaktı ancak Ankara’yı bilen izleyici için bu farklı bir izleme deneyimi anlamına gelecekti. Bu anlamda yorumunuzdaki “bariz” sıfatını kullanma motivasyonunuzu anlıyorum. Ancak yine de filmde Ankara’yı temsil eden mekanların pek çoğunun günümüzde var olmaması Ankara’yı bir biçimde bilen ancak derinlemesine bilmeyen izleyicinin kolaylıkla dikkatinden kaçabilecek önemli bir nokta. Ben filmin mekanlarını tasarlarken, bugün var olmayan yahut bambaşka bir işlevi bulunan bu mekanları kendi hafızam ve hayal gücüm ekseninde yeniden yarattım. Hayvanat bahçesi, buz pisti lokali, polis merkezi, otel vb. gibi. Böyle bakıldığında Anadolu Leoparı’ndaki Ankara’nın “Ankara” olmadığı düşüncesindeyim. Bu sebepledir ki var olmayan bir plaka numarasını tercih ettim.
Filmin başrolleri kadar yan rolleri de son derece değerli isimlerden oluşuyor. Henüz ilk metrajınızda böylesine önemli isimlerle aynı projede çalışmak sizin için nasıl bir tecrübe oldu?
Oldukça güzel bir tecrübe oldu. Tüm bu isimler senaryoyu okuyup, kendi şartlarını zorlayarak filmde olmak istediler. Benim açımdan da çok keyifli bir çalışma süreci oldu.
Film, kurguda atıl(a)mayan bazı sahnelerden dolayı hikayesini biraz uzatmış gibi hissettirdi şahsi kanaatimce. Filmi uzattığını düşündüğünüz sahneler mevcut mu?
Haklı olabilirsiniz. Ben ise aksine, tutmak istediğim birkaç sahneyi son raddede çıkarttığım için müteesirim.
İlk uzun metrajınızda “Şu noktayı daha iyi yapabilirdim” dediğiniz yerler oldu mu? Bu film size ne gibi tecrübeler kazandırdı?
Bu mevzuya bahis pek çok nokta var. Sanırım saymakla bitmez. Daha önce kısa metraj filmler yaptım, reklam filmleri çektim ancak uzun metrajın kendine has bir örüntüsü var ve başka hiçbir deneyimle benzeşmiyor.
Son olarak ilerleyen süreç için üzerinde çalıştığınız projeleriniz varsa ufak tüyolar alabilir miyiz?
Uzun süredir bir polisiye dizi ve erken cumhuriyet döneminde geçen bir film üzerinde çalışıyorum.