10.04.2023
Saint Omer: Erkek Yargıya Kadın Bakışı ve Ahlakî Sorgulamalar
Saint Omer, 42. İstanbul Film Festivali’nde yarışma dışı kategoride gösterilen, 2022 Fransız yapımı bir film. Çeşitli statülerden kadınları merkeze alan film, çocuğunu öldüren bir kadının mahkeme sürecini anlatıyor. Film kadının canavar mı yoksa hasta mı olduğu konusunda izleyiciyi düşünmeye itiyor. Yavrusunu korumak isteyen bir anne ne kadar ileriye gidebilir? Sahip olunan kültürel kodlar ruhsal rahatsızlıkları tetikleyen bir şey midir yoksa bu ruhsal rahatsızlıkları gizlemenin meşru bir yolu mudur?
Erkek yargı ve toplumsal ahlak
Saint Omer’deki mahkemede savcı dışında herkes kadın. Sanık, avukat, yargıç, davayı takip eden gazeteci Fransa’da yaşayan birbirinden çok farklı kadınlar. Hepsinin ortak noktasıysa sanığı anlayabilmek istemeleri. Davada bir tek savcı erkek, ki o da erkek yargıyı temsil ediyor. Erkek yargı için sonuca varmak kolaydır. Bir kadın çocuğunu öldürüyorsa canavardır. Davanın kadınlarıysa durumu anlamaya çalışır. Savcının kesin yargısı kuşkusuz dünya toplumunun büyük bir çoğunluğunun düşüncelerine işlemiş durumdadır. Toplumda hemen hemen herkes bunun sebebini sorgulamaktansa kadın hakkında kesin bir yargıya kolaylıkla varır.
Kötü dişi
Afrika’dan büyük umutlarla Fransa’ya gelmiş bir kadın. Zengin ve evli bir adam bulur. Adam ona maddi olanaklar da sağlar. Genç kadın adamdan hamile kalır ve adam evli olmasına rağmen çocuğu doğurur. Böyle basit anlatıldığında savcının vardığı kanıya varmak kolay ama detaylara girmeyi seven kadın bakışı, kadını bu hale getiren her şeyi sorgular. Erkek sorgulanana kadar kadın sanığın çelişkili konuşmaları izleyicide de önce kadının bir canavar olduğu algısı uyandırır. Saint Omer’de erkeğin sorgulanması ve kadının kültürel kodları hikayeye dahil edildiğinde izleyici artık suçlunun kim olduğunu sorgulamaya başlar. Bu konuda kesin bir kanıya varmak mümkün değildir.
Kırık kalpli annelerin korkak kız çocukları
Davayı takip eden gazeteci kadınsa çocukluğundan beri annesiyle ilişkisi sorunlu bir karakterdir. Davayı takip ederken bir yandan hamilelik fikrini içselleştirmeye çalışır diğer yandan da benzer özellikler taşıdığı sanık kadının anneliği üzerinden kendi anneliğinin nasıl olacağı hakkında fikir yürütmeye çalışır. Gazeteci ve sanığın ortak noktası kalbi kırık annelerin çocukları olmalarıdır. Annelerinin kalbi o kadar kırılmıştır ki minik kız çocuklarının ne yaşadığının, neler hissettiğinin farkına bile varamamışlardır. Bu iki kadının bir ortak noktası da hiçbir zaman annelerini kıracak bir eleştiride bulunmamaları, annelerinin kendilerinden isteklerini yerine getirmeye çalışmalarıdır. Kadın gazeteci annesiyle ilişkisini dengede tutmak için çocukluğundan beri sessiz bir karakter olmayı seçmiştir. Ancak bu şekilde annesinin yanında olabileceğini fark etmiştir. Kadın sanıksa annesini memnun etmek için annesinin hayallerine sarılmış kendi hayalleri gibi yerine getirmiştir. Sonradan anlaşılır ki bu hayalleri de yarım yamalak yerine getirmiştir. Bunun kendisinden yarattığı yetersizlik hissi de bir sarmal olarak ruhsal rahatsızlıkları tetikleyip çocuğunu öldürmesine kadar onu sürüklemiştir. Sanık kadın, annesindeki büyü/nazar gibi inançları da kendisine kopyalamış bir noktada gerçeklik algısı bozulunca da çocuğunu neyden korumak istediğini bile bilmeden öldürmüştür.
Suç bölündü
Saint Omer davasında suç üçe bölünür. Cinayeti gerçekleştirmiş kadın sanık, kadının yalnızlığını ve rahatsızlığını fark etmeyen erkek sevgili, çocuğunu küçüklüğünden itibaren yetersizlik hissiyle sarmalayan sanığın annesi. Kim daha fazla suçludur? Çocuğunu kendi elleriyle öldürmüş bir anne kendisini kendiliğinden cezalandırmış sayılır mı? Zengin, evli bir adamla ilişki yaşamayı kabul etmiş bir kadın zaten kötüdür ve aşama aşama soğuk kanlılıkla her şeyi planlamış mıdır? Bu kanıya bu şekilde, bir anda ulaşabilir miyiz? Galiba toplumun da ahlak yargılarını tekrar sorgulamanın zamanıdır. Dönemimizin ruhuyla ahlak da parçalara ayrılıp sorgulanarak daha iyi bir versiyonuna ulaştırılabilinir mi?
Kamera kadında
Saint Omer’in yönetmen Alice Diop yakın ya da orta ölçekte sekansın öznesi olan kadını hep resimde tutuyor. Bu yolla gazeteci olan kadının hamile olduğunu da filmin ilk beş dakikasında izleyiciye anlatıyor. Filmin ilk yarısında kadının hamile olduğuna dair direkt bir laf ya da jest yok. Yönetmen, kadının annesine olan bakışlarından ve çocukluğuna ait flashbacklerden yardım alma yolu seçmiş. Aynı şey dava başladığında sanık yargılanırken de kullanılıyor. Kadın avukat ya da kadın yargıç konuşurken bile genelde kamera sanıkta. Avukatın ve yargıcın durumu anlama ve yardımcı olma halleri izleyiciye gösteriliyor. Erkek savcıysa sadece nefret dolu, çok bilmiş bakışları ve suçlamalarıyla yakın plan gösteriliyor. Yeni bir şey söylemediği zamanlarda kamera artık savcı orada değilmiş gibi davranıyor. Filmin teknik yapısı da erkek yargıdan uzak duruyor.
Saint Omer hikâyesi, sorgulattığı şeyler, izleyiciyi sokup çıkarmadığı duygu durumları ve yönetmen tercihleriyle görülmesi gereken filmlerden. Toplumsal ahlakı her an sorgulama halinde olan biriyseniz kimin suçlu olduğunu sorgulamanız birkaç gün sürebilir. Kesin bir kanıya ulaşabilirseniz ne mutlu.