02.06.2017
İNCELEME: Force Majeure
*Aşağıdaki yazı film hakkında detay içermektedir. Filmi izledikten sonra okumanız tavsiye edilir.
Bir Dizi İstemsiz Hareket
Yaklaşık on dört yıldır sinemanın içinde, yönetmen koltuğunda oturan İsveçli yönetmen Ruben Östlund, ilk filmlerini çektiği 2001’deki kısaları ve belgesellerinden sonra günümüze dek filmografisine dört uzun metrajlı film sığdırdı. Bunlardan geçtiğimiz yıl bizi 67. Uluslararası Cannes Film Festivali’nde Belirli Bir Bakış bölümünde karşılayan Force Majeure (Turist), tıpkı yönetmenin De Ofrivilliga (2008) filminde olduğu gibi aday olduğu Belirli Bir Bakış bölümünden “Jüri Ödülü” ile eve döndü.
Yönetmenin neredeyse dört filminde de izlediğimiz ‘ani gelişen olaylar karşısındaki istemsiz hal ve durumlar’ savı Alplerde geçen son filmi Turist ile doruk noktasına ulaşıyor. Kış tatili olarak nitelendirebileceğimiz bir zaman diliminde Östlund’ın mercek altına aldığı aile klasik dört kişilik çekirdek bir ailedir. Daha ilk dakikalarda genel planda başlayan fotoğraf pozlama bakışı, aslında bizi bu aileyi cımbızlamamız gerektiği konusunda bir ön hazırlığa sokar. Her ne kadar ilk etapta dağlardan birinin zirvesinde bir güneş yansıması görerek umutlansak da aslında bu, yaratılan kar atmosferindeki boşluğu ufacık da olsa eritebilmek içindir. Yani bunun sadece bir tatil olduğu ve sıradan bir an olduğu motifinin gösterilmesinden başka bir şey değildir.
Filmin akış diyalektiğine girdiğimizde filmin yaratıldığı altı günlük evrede film özünde ikinci gün ile başlar. İkinci gün, filmin genel akışı içinde bizi sürükleyecek olan çığ sahnesine şahit oluruz. Çığ, restoranda konumlandırılan aile ile birlikte bizim de üzerimize doğru büyük bir hızla gelmektedir. “Baba!, Tomas!…” çığlıklarına şahit olduğumuz saniyelerde yaklaşan çığ ile birlikte tabiri caizse kendi canının derdine düşen bir baba karakterinden çok Tomas karakterini görürüz. Bu olayın öncesinde hiçbir şekilde paniğe kapılmayan ve bu durumun bilir kişilerce kontrol altında olduğunu dile getiren Tomas, bir yandan da cep telefonuyla saniye saniye yaklaşan çığı kaydetmektedir. Evet bu durum kontrol altındadır ve geride sadece bir sis bulutu bırakır. Herkes yemeğine kaldığı yerden devam eder. Ansızın yaşananlarsa sadece genel bir reflekstir.
Odaya doğru yol aldıklarında anne çocukları odaya kapatır ve Tomas ile kapıda ilk durum değerlendirmesini yapar. Ama bunun öncesinde dikkat edilmesi gereken nokta, durum değerlendirmesinden çok filmin genelinde belli aralıklarla bizi karşılayacak olan otel personelinin de çocuklarla birlikte odada olması. Çocukların “Anne odada biri var!” seslenişlerine duyarsız kalan annenin çizilen bu aile piramidinde nerede olduğunu işte bu dakikalarda sorgulamaya başlarız. Anne ve baba içeri girdiklerinde kendi hallerinde olan çocukların ebeveynlerine verdiği “gidin!” tepkisi belki de kafası karışık olan aile bütünlüğü içerisinde, en karışık olmayan ve en net olan ifadedir. Devam eden gün içerisinde akşam saatlerinde hep birlikte uçurdukları maket uçak ve bu uçağın rotası, yaşanan duruma bir kuş bakışı bakılması gerektiği algısını doğrudan yaratır. Keşke kendilerine de bu denli bakabilseler dediğimiz uçak simgesinin hemen ardından aile ilk defa bu durumu en net haliyle bir akşam yemeğinde bir çift ile otururlarken ansızın birbirlerine dile getirir. Aslında annenin bunu film uzamında her fırsat bulduğunda dile getirdiğini söylememizde fayda var. “Bizi bıraktın ve gittin…” söyleminin dile getirildiği her fırsatta Tomas’ın inkar etmelerine karşın Ebba telefonda her şeyin kayıtlı olduğunu söyler ve Tomas her ne söylerse söylesin Ebba, onu hiç ama hiç umursamaz. Karşılarındaki çiftin meraklı ve şaşırmış gözleri önünde bu tartışma nüksederken hemen arkalarında bir doğum günü sürprizi olduğunu görürüz. Ortamın az da olsa ılımanlaştığını görsek de bu doğum günü ile birlikte Tomas ve Ebba çiftinin ilişkilerinin yeni bir yaşa ve yeni bir evreye girdiğini gözlemleriz.
Yüzleşme: Banyo
Banyo, onlar için simsiyah ve kendileriyle baş başa kaldıkları tek yerdir. İlk etapta başladıkları serüvende dört kişilik olan bu banyo sahnesi, sorunu olmayanların süzgeç gibi elendiği ve dışarıda bırakıldığı haliyle zaman içerisinde iki kişiye, Tomas ve Ebba’ya kalmıştır. Tıpkı yatakta başladıkları serüvende yataktaki kişi sayısının üç kişiye düşmesi gibi. Tomas kendini ezilmiş ve hırpalanmış hissettiği anlardan birinde Ebba’ya banyoda, “Bana sarıl” der. Onun düşüncesinde sarılmak her şeyi çözecektir. Birilerinin onları izlemeyi ve röntgenlemeyi hiç bırakmadığını önce genel planda sadece onların odasının ışığının yandığını görerek hatırlasak da mercek altına alınan bu ailenin dolaylı izleme durumu her an karşımıza çıkan, sigarasını yakan otel görevlisiyle doğrudan bir anlam kazanarak tezahür eder.
Genel İzleyici: Görevli
Herkesin dağıldığı ve bağımsız hareket halinde olduğu üçüncü günde Emma tek başına dağa çıkar; teleferiğe biner ve tuvaleti gelir. Tuvaletini yaptığı açık alanda bir an gördüğü aile figürü onun içten içe sinirlerini bozmaya ve akabinde onlara imrenmesine sebep olur. Takip eden akşam, ailemizin misafiri vardır. Emma’nın teleferikte dolaylı olarak gördüğü ve aralarında en ufak doğrudan bağlantı kurmadığı çift, yemeye gelmiştir. Filmin belki de en güzel karelerinden biri olan yemek masasında bir tek Emma’nın ayakta olduğunu görürüz ve Tomas’ın yanında bilinçli kullanılmış bir baş plan kesme ile adeta pollyannacılık oynadığına şahit oluruz. Yaratılan anlam evresinde söylenenlere Tomas da dahil masadakiler inanır ama Emma, anlattıklarının hiç de öyle olmadığının farkındadır. Emma anlatacaklarını anlatır ve sırt planda masaya biz de onunla birlikte otururuz. Adeta Emma’nın sırtından filme devam ederiz. Filme dahil olan dinleyici ve aynı zamanda yargıçlık görevini üstlenen ve neredeyse sürece objektif baktığına inanacağımız Mats karakteri, gerek duruşu ve imajıyla, gerekse söylemleri, yorumu ve hatta üslubuyla İskandinav mitolojisindeki Forseti (Adalet Tanrısı)’nin 21. yy. yansımasıdır. Kız arkadaşı olan Fanny ise onun düşünce bazında sapmasına mani olmak amacıyla konumlandırılmıştır diyebiliriz. Ebba masada içinde tuttuğu her şeyi, yemek sonrası dökmeye başlar. Ebba’nın bu tutumu artık onun taraf bulma gayesiyle hareket ettiğini ve düşüncelerini sağlam zeminlere oturtma eğiliminde olduğunu gösterir. Bu sıralarda bizim Forseti diye özdeşleştirdiğimiz Mats karakteri, Tomas’ın yerinde kim olsa o anki şok ile aynı şeyi yapacağını söyler. Bunları söylerken ansızın üzerlerine gelen maket helikopter ile ‘hayır; herkes aynı şeyi yapmaz’ tezi kuvvet kazanır. Zira Mats, Tomas gibi her ne kadar olayın boyutu farklı da olsa kaçmaz; Fanny’ye sarılır ve öylece bekler. Ebba, bunların ardından nihayet o çok istediği telefondan izleme ve süreci onaylatma, kanıtlama eylemini gerçekleştirir. Hep birlikte görüntüleri izlediklerinde elbette Tomas haksız ve Ebba haklı olduğu görülür. Bunun üzerine Tomas, öne sürdüğü bahanelerine yenilerini ekleyerek bir şeyi görür: öncesinde sunduğu bahanesinde hareketlerini kısıtladığını söyleyerek suçladığı botlarıyla gayet hızlı hareket etmiştir. Misafirler odalarına giderken onlar da bu durumu öylesine içselleştirir ki bu süreç artık Tomas – Ebba sürecinden ziyade genel bir süreç niteliği kazanır. Mats ve Fanny asansöre binerken biri daha asansöre biner. Olayların gidişatında neler olduğuna dair es vermemesi gereken biri; görevli.
Dördüncü güne uyandığımızda artık erkek erkeğe ve kadın kadına takılma evresine gireriz. Erkek dayanışması diyebileceğimiz olgunun daha ağır bastığı ve çizildiği sekanslarda ilk vurgu ‘çığlık atmak en güzel terapidir’ ile önümüze serilir. Bu Tomas’ın yaşanan süreç içerisindeki ilk haykırması, bağırması, belki de rahatlamasıdır.
Duygu Gerçekliği: Çocuklar
Tomas odaya döner. Ebba’yı arar ama ona ulaşamaz. Tam bu sıralarda kapılarındaki sticker -kanat çırpan tavuk imgesi- onu öylesine rahatsız eder ki hemen onu kazıyarak çıkarır. Bir an evvel ondan kurtulmak zorundadır. Tomas dışarıya çıkar. Karakteri daha görmediğimiz evrede, genel planda zamanın bir an için hızlı aktığını söyleyebiliriz. Ama Tomas’ı görünce zaman algısının akışındaki tokat etkisiyle karşılaşırız. Gördüğümüz planda zamanın aile için ne kadar ağır aktığıyla karşılaşırız. Tomas bir anda üzerine gelen bir güruhla karşılaşınca koşar ve kendini bir gay barda bulur. Aralarından sıyrılarak çıkar ama bir şey fark eder Tomas; onun dışındaki birileri rahatlamak için çığlık atma evresini eylem bazında en üst seviyeye dökmüştür zaten. Tekrar odaya döner. İçeri girdiğinde Ebba’dan şefkat bekler ancak göremeyince çocuklar gibi şımarıkça ağlamaya başlar. Ebba’dan beklediği ilgiyi göremeyen Tomas, çocuklarından bu ilgiyi görünce amacına ulaşmıştır aslında. Çünkü en başta da altını çizdiğimiz gibi en karmaşık olmayan tavırlar ve duygular bu hikayede ve genel anlatıda çocuklara aittir.
Film çerçevesinde geçirdiğimiz son gün ise ailenin dökülen parçalarını tekrar yapıştırdığı sürecidir. Adeta ilk güne dönüş yaparız ve tekrar onları birlikte vakit geçirmeye, kaymaya giderken görürüz. Bağımsız hareket eden Ebba bir anda sisin içinde kaybolur ve sesi derinlerden gelir. Tomas Ebba’yı bulmak üzere bir süreliğine kadrajdan çekilir. Bir zaman sonra sisin arasından Tomas’ın, kucağında Ebba ile gelişini görürüz. Bir süre ödüllerini bekleyen köpekler gibi yere oturup tebessümle beklerler ve sonrasında ayağına bir şey olduğu için gelemediğini düşündüğümüz Ebba’nın yürüdüğüne tanık oluruz. Ebba yarattığı kısa süreli problemle, Tomas’ın tepkisini ölçmüş ve olağan durumun bir kez daha denemesini bu sefer farklı bir metotla yapmıştır. Seyirci olarak pekala kalkıp kendi kendine de gelebileceğini düşündürür bize bu sahne.
Bavulları toplayan film ekibi, hep birlikte bu kar tatilini noktalamak üzere yola koyulur. Seyir halinde olan otobüste daha en başından beri pür telaş durumda hareket eden Ebba’nın paniklemesi özünde yersiz değildir. Ama verdiği tepkiler bir an için izleyiciyi düşündürür. Ebba panikle birlikte otobüsten koşar adım inen ilk kişi olur; arkasında eşini ve o çok sevdiği iki çocuğunu bırakarak. Ve görürüz ki istemsiz gelişen olaylar karşısında, reflektif kararlar pekala alınabilirmiş. Dahası birey bunu eyleme de dökebilirmiş.
Ruben Östlund’un filmografisinde ele aldığı ve temel problematiği olan; İsveç ve İsveç toplumu insanının taşlamasını, Gitarrmongot (2004), De Ofrivilliga (2008) ve Play (2011)’de daha ağır hissetsek de Force Majeure de bu taşlamadan nasibini almıyor değil. Özellikle İsveç insanının duygularının çok az okşandığı takdirde bile nasıl yelkenleri suya indirebildiğine ve olanları bir anda nasıl hasır altı yapabildiğine şahit olduk. Bunun yanı sıra toplum çerçevesinde çizilmek istenen klasik ve güzel aile imajının korunaklı olmadığına ve içinde barındırdığı çatlaklara eşlik ettik ki bu aile film boyunca ana ailemize eşik eden genel yapıya aykırı aile perspektifleri ile bize sunuldu. Filmin doruk noktasına ulaştığı çığ olayından son kadraja kadar bizi ilmek ilmek sorgulatan “Ne yapardın?” savı; Vivaldi’nin ‘G Minor (Summer)’ konçertosu ile her an nefesimizi kesmekte ve izleyiciyi tatmin eder seviyede işlenmekte. Ayrıca ışık ve renk kombinasyonu ile yaratılan soğuk atmosfer; karakterlerle beraber atkılara, berelere sarılma ihtiyacını yaratmıyor değil. Son olarak yönetmenin istemsiz hareketler sonucu gelişen olayları ele aldığı minimal düzlem, filmografide sanki bir dizi film izliyormuşuz etkisi uyandırıyor. Bundan sonraki işlerinde de bu temayı mercek altına yatıracağı algısı, kefede daha ağır basmakta.