29.05.2017
The Yes Men Are Revolting: Tamamen Düzmece
!f İstanbul’un !f Ankara ayağında izleme fırsatı bulduğum ve festival programında bir o kadar da merakla beklediğim belgesellerden biri olan “The Yes Men Are Revolting (Yes Men İsyanda)” yönetmen koltuğunda Laura Nix ve bu belgesele konu olan The Yes Men ikilisinin oturduğu, serinin üçüncü filmi. 2003’te serinin ilk filmi olan “The Yes Men (Evet Efendim)” ile tanıdığımız karakterlerimizi devam filmi olan ve 2009’da görücüye çıkan “The Yes Men Fix The World(Yes Men Dünya’yı Kurtarıyor)” ile daha da mercek altına aldık. Onların sistem eleştirileri, eylemleri, haylazlıkları ve politik söylemleri, serinin son filmi The Yes Men Are Revolting’te de izleyiciyi tatmin edecek ölçü ve kıvamda devam ediyor.
Özellikle kurgusal olsun yahut olmasın, filmlerde ara geçiş ve tamamlayıcı efekt olarak kullanılan, izleyiciye farklı bir tat veren animasyonlu anlatım biçimi bu belgeselin de odak noktalarından biri. Tom Tykwer’in 1998 yapımı “Run Lola Run (Koş Lola)” filminde türünün başarılı örneklerinden birine yer verdiği bu animasyon geçiş unsuru, The Yes Men Are Revolting’te bir tık daha öteye taşınıp zaman algısı yaratmak ve değişimi keskin bir örnekle sunmak amacıyla filme iliştirilmiş vaziyette. Bir nükleer enerji fabrikasının kuruluşuyla birlikte gelen dönüşüm ile sürdürülebilir enerji üretimi ile süre gelen değişim arasındaki fark işte az önce sözünü ettiğim teknikle anlatılmakta ve bu da belgesele başarılı bir atmosfer kazandırmakta. Özellikle izleyiciyi daha afişinden itibaren kendine çeken ve cezbeden yapım, belki de izleyicisine bir davetiye sunmakta ya da beklenti kriterini bu şekilde yükseltmekte.
Açılan ilk kadrajda, New York nehrine girmekte olan bir kitle bizi selamlıyor. Serinin bir önceki filmlerinde de gördüğümüz, The Yes Men adlı ikili tarafından hazırlanan ve onları destekleyen aktivistlere giydirilen “şişme hayatta kalma balonları” henüz ilk dakikalardayken var olan sisteme ve o sistemin insanları sürüklediği ya da sürükleyeceği ölçeğe bir tepki niteliğinde. Bu balonla yaşayabilir; suların üzerinde durabilir; hatta bombalardan korunabilirsiniz gibi ütopik temellerle inşa edilen göndermeler; özünde kitleleri düşündürmekle beraber harekete geçirme ve farkındalık yaratma amacında.
The Yes Men adlı ikiliyi ilk iki filmi izleyenlerin az buçuk tanıyabileceği karakter özelliklerini bir kenara bırakıp bu filmi ilk kez izleyenlere kısa bir açıklama yapacak olursak şunları söyleyebiliriz: İkili artık yaptıkları aktivist girişimlere paralel olarak üniversitelerde ders vermekte. Birinin ailesi var, diğeri ise bir türlü erkek arkadaşına vakit ayıramamaktan şikayetçi. Karakter okuması, mizansen sunumu ve anlam eksenini pek de iyi bulmadığımız bu belgeselin diğer başarısız taraflarını bir çırpıda kenara iteleyip sıyrıldığı nokta ise mercek altına aldığı parodileri. Bu parodileri ve belgeselin ana akış diyagramını inşa eden olayları irdeleyecek olursak eğer ikilinin Amerikan Ticaret Odası ile büyük ve ciddi bir derdi olduğunu görürüz. Gelmiş geçmiş en büyük karanlık ve suç işleyen lobinin bu oda olduğuna kanaat getiren ikili, önce bu odanın sanki çalışan memurlarıymış gibi bir kimliğe girerek basına demeçler verir. Bu yaratılan evrenin düzmece olduğunu sadece The Yes Men bilmektedir. Akabinde gerçek Amerikan Ticaret Odası memuru gelse de ikili yarattıkları “gerçek nedir?” kaosu ile edindikleri amaca ulaşmışlardır. Genelin algısını çekmeyi başardıkları bu manipülasyon ekseninde ikili bu kez de Amerikan Ticaret Odası’nın bir öğlen yemeğini bedava dağıtacağı bilgisini yayarak bir yandan bu oluşumla dalga geçer; bir yandan da yine okları bu kuruma doğru çekmeyi başarır.
Daha sonra Afrika’nın doğusunda yer alan Uganda’nın başkentinden, başka bir aktivist tarafından çağrılan ikili, buradaki gerçek durumu gözlemlemek üzere yola çıkarlar. “Burada fabrika ya da doğal olmayan zararlı bir şey göremezsiniz. Ama burada artık doğal olan hiçbir şey kalmadı…” diye The Yes Men’e başkent Kampola’daki acı durumdan bahseden Ugandalı aktivist genç kadın, ikiliden seslerini duyurmak için destek ister. Hiç vakit kaybetmeden yeni bir plana girişen ikili eş zamanlı gerçekleşen ‘Küresel Isınma’ temalı Birleşmiş Milletler toplantısını manipüle ederler. Kurdukları basit ama gerçekçi stüdyoda Ugandalı genç kadını birde temsilci imajı ile oturtarak oldukça iğneleyici bir sunumu basınla ve diğer medya kanalları ile paylaşırlar.
Bir sonraki ve en güçlü hedef ise küresel ısınma ve bu platformda yer alıp küresel ısınma sürecinden büyük ölçüde menfaat sağlayan petrol şirketleridir. The Yes Men’in bu duraktaki ilk konuğu ise Hollandalı şirket Shell. Shell ve türevi petrol şirketleri buzullar eridikçe mutlu olan; çünkü; o buzulların altında petrol yatakları olduğuna inanan vampir imgesindeki şirket profilindedirler. Hemen bir plan yapılır. Düzenleyenin Shell olduğu bir kokteyl gerçekleştirilip bu kokteylde Antartika’daki buzulların dibinde bekleyen ve gerçeğiyle birebir aynı olan maket bir Shell petrol istasyonundan, üst düzey diyebileceğimiz bir kadın temsilciye, bu maketten eline verilen bardağa petrol doldurması istenir. Akıtılan petrol (kola) bir türlü durmaz ve kadının her tarafına bulaşır. Bu sırada tetikte bekleyen gazetecilerin fotoğraf makineleriyse olan biteni pozlar. İşte burada esas çekilmek istenen nokta, bu maket ve maketin konumlandırıldığı yer. İlk operasyon başarılı olur ve The Yes Men, bu kez çıtayı birazcık daha yükselterek Rusya’nın dev petrol şirketi Gazprom’un var olmayan bir temsilcisinin Hollandalı şirket Shell’e yine var olmayan bir sebepten ötürü bir hediyesi vardır. Hediye; bir kutup ayısı. Ancak bu senaryo bir önceki kadar başarılı olmaz. Zira senaryo için tutulan ve Gazpromlu olduğu iddia edilecek karakterin bozuk İngilizcesi senaryo ve planı başarısız kılar.
Bir başka plan daha kurgulanır filmde. Yeni plan, Yenilenebilir Enerji Kaynakları ile ilgili bir sempozyumdur. The Yes Men aynen bir öncekilerde olduğu gibi uydurma statüdeki bir şahsa, enerji üretim sektörünün önde gelenlerine, hükümetin artık enerji problemini sürdürülebilir kaynaklarla devam ettireceğini söyletir. Belgeselin kuşkusuz en etkileyici bölümüne şahit olduğumuz bu sempozyum da, tecimsel statüde diye tabir edeceğimiz önde gelenlerin sürdürülebilir enerji konusunda ne derece mutlu olduklarına şahit oluruz. Kafalarda oluşan olgu; devletlerin bu yaptırımlarda tetikleyici olduğu gerçeği ve ticari konumdakilerinse bu işleyişte ilk referans olmadığı kanısı daha bir tokat etkisi yaratır. Sempozyum sonrasında enerji sistemlerini belirleyenlerin bir Kızıldereli anonsu eşliğinde, yine Kızıldereli müzikleri eşliğinde dans etmeleriyse hem düşündüren hem de oldukça hicvi bir nüans.
Bir önceki iki filmden hatırlatmaların ara ara sunulduğu, karikatürize edilmiş tiplerle toplumsal oluşum ve düzenin en uç noktalarda yerildiği The Yes Men Are Revolting, politik hiciv türünün, yarattığı parodilerle kalkınan başarılı örneklerinden biri. Sosyolojik bağlamda bireyin doğuşundan itibaren değil; bağlı bulunduğu aile soy ağacından itibaren kusurlu ya da kusursuz olduğu gerçeğinin yadsınmaması gerektiğine işaret eden belgesel; karakterlerimizden birinin: “…Yahudi bir çocuktum. Eşcinsel bir çocuktum. Göçmen bir çocuktum…” söylemiyle daha da ön sıralara taşınmakta. Son olarak “New York polisinin üç kez arama yapmasına izin verene bir happy meal menü hediye!”