16.04.2018

David Lean: Propagandanın ‘Merhaba’ Dediği Filmlerin Yönetmeni

1991 yılında tam da Joseph Conrad uyarlaması Nostromo’yu çekmeye hazırlanırken sinemaya veda eden İngiliz sinemasının ikinci kuşak yönetmeni David Lean, işte tam da bugün doğar. Kariyerine başladığı stüdyoda ilk zamanlar çaycılık yapan yönetmen, sonraları klaketçi ve kurgu editörü olarak yola devam eder. Kurgu konusundaki başarısını bir adım daha ileri götürme niyetindeki Lean, ilk filmi “Major Barbara” da filmin jeneriğinde geçmemesine rağmen Gabriel Pascal ve Horald French ile yönetmen koltuğunu paylaşır. Lean sinematografisindeki İngiliz olan ile olmayan arasındaki politik duruşla anıldı hep. Çoğu eleştirmence filmlerinde, İngiliz olanı yücelten bir tavrı olduğu algısı kabul gördü. Bunlar içerisinde bu algının en hissedilir derecede olduğu film “The Bridge on The River Kwai (Kwai Köprüsü – 1957) ile yönetmeni anıyoruz.

Hikâyenin geçtiği dönemin İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına ve pek tabii Hindistan’ın İngiltere tarafından sömürge bir devlet olarak yönetildiği döneme tekabül etmesi, filmin anlam örüntüsünde yatan propaganda içeriğinin kafalarda daha da netlik kazanmasını sağlıyor. Hindistan’ın bir bölümünde varlığını ikame eden Japonya’nın, Hindistan’ın içlerine girmek için inşa etmeye çalıştığı köprü için eline geçirdiği İngiliz subayları da işçi olarak kullanmak istemesiyle üst rütbeli bir subayın buna itaat etmemesi üzerine gelişen olaylar, bu subaylardan Shears’ın (William Holden) direnmesi sonucu ipleri eline geçirmesi üzerine kuruludur özetle. Shears bir esirin yapmaması gereken ölçüde iyi bir köprü yaparak, ilerleyen yıllarda o köprüden gelip geçenlerin onları iyi bir şekilde anmalarını istememektedir. Shears’in bu tutumu hikâyede izleyici bazında oldukça sırıtırken; bu eylemin bazı politik süreçleri minder altı yapma girişiminden başka bir şey olmadığı da aşikâr. Daha ilk sekanslarda görülen tren yolu çevresindeki mezarlar ve iki esir karakterin bir mezarı kapatırken dile getirdikleri: “…az önce kimi gömdüğümü unuttum.” söylemi hikâyeye boyut katmaktan ziyade anlatıyı dramatize bir zemine oturtuyor.  

Sanki bütün sömürge hareketinden bağımsız bir İngiliz devleti var ve bütün problemin temsili Japonya’ymış gibi aktarılan temsil akıllara, ortada dönen bazı iddiaları çürütmek için bir film yapalım teorisini getirmiyor değil. Karakterlerden Shears’in kendiyle aynı statüdeki Japon albayın önünde işçi sınıfına dahil olmamak üzere öne sürdüğü Cenevre Antlaşması’ysa statü farkının getirdiği sınıfsal ayrıma işaret etmekte. Karakterin işçilerle aynı statüde çalışmaktansa eziyet çekmeyi yeğlediği tavrı işte bu savı destekler nitelikte.

Amerikan toparlayıcılığının imdadımıza yetiştiği son bölümde, filmin daha ilk sekanslarında zaman algısı için Japon albayın odasına konumlandırılan takvimle resmedilen bu algı, Amerikan örgüsünde konumlandırılan karakterlerin hali hazırda biten köprüye müdahaleleri ile mizansende vuku bulur. Buna paralel Akdeniz Üniversitesi’nden Seçil Deren’in “Savaş Filmlerinde Kadın Temsili”* adlı makalesinde de aktardığı ve filmin son bölümünde Taylandlı kadınların konumlanışı da yeni bir inceleme alanının habercisi. Amerikalılara yardım ederken konumlanan bu kadınlar bir nevi bu yıkıma yol açan edilgen modeller olarak zemine kenardan kıyıdan iliştirilmekte.

Son planları ile neredeyse çoğu filminde gittikçe yükselen ideoloji ve propaganda temeline bir tokat atarak yarattığı anlatımın birdenbire aksini seyirciye sunan yönetmen Lean, İngiliz sinemasının İkinci Dünya Savaşı yıllarında ivme kazanan politik duruşunu ve konumlanışını sinemasına taşıyan bir yönetmen oldu. Son olarak kariyerinde neredeyse diğer filmlerinin de bir başlangıcı olarak ele alabileceğimiz Kwai Köprüsü, David Lean sinemasında politik söylemin bağırırcasına dile geldiği bir sinema örneği.

 

*Akt. Seçil Deren. “Demir, K. Nesrin. “Savaş Filmlerinde Kadın Temsilleri.” Communication in Peace/Conflict in Communication, Kıbrıs: Eastern Mediterranean University Press. Editör: Turgut İlter vd (2008): 177-185.”