30.05.2017
Sedef Düğme: Suyun Ruhu Var mıdır?
“Bir Şili Haritası Serelim Yere. Hem de Boylu Boyunca”
Geride bıraktığımız 34. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin Ntv Belgesel Kuşağı’nda izleyiciyle buluşan Şilili yönetmen Patricio Guzmán’ın son belgesel çalışması “El Botón de Nácar (Sedef Düğme)”, bir yönetmenin alışılagelen ve izleyiciyi bulunduğumuz şartlarda oldukça bunaltan belgesel didaktizminden nasıl sıyrılabildiğinin güzel bir örneği. Seksen iki dakika perdede kalan belgeselde yönetmen izleyicisine kendi coğrafyasında bir vakit neler olup bittiğini ne bir eksik ne bir fazla bir dosyayla sunmakta. Yani öyle uzun uzadıya bir anlatı formuyla bezeli üslup bu film için söz konusu değil. Belgeseli güçlü kılan bu az ve öz anlatısı, bu belgeseli ister istemez biraz önce bitse de kusurlu, biraz sonra bitse de kusurlu bir imaja bürümekte. Keza bu durum yanlış anlaşılmasın; kastettiğimiz bu belgeselin bu yöndeki güçlü profili.
Güney Amerika’nın kültürel çeşitliliği içinde başlıca bir çeşitliliktir Şili tarihi. Pek çok kâşifin pek tabi günümüz şartlarında da bir hayli hayallerini süsler. Yersizde değildir bu hayal fetişizmi. Evreni ve oluşum sürecini anlamaya çalışan bir grup ilk çağ ontolojisti maddenin ve bu bağlamdaki varlık ve evren oluşumunun sürekli devinim sürecindeki sudan meydana geldiğini söyler. Marksist literatüre Batıdaki eşsiz analiz ve örneklerini kazandıran Gramsci’ye göre: “Her insan bir filozoftur.” Dönemin felsefe oturumunda oldukça ses getiren bu açılım Gramsci’nin türdeşlerini yermekten öte, bilişsel bir varlık olan bireyin aslında temelinde yatan düşünür benliğiyle ilgilidir. İnsan sürekli bir dönüşüm ve anlama gayretindeyken aslında farkında olmadan felsefik bir edimi hali hazırda yerine getirmektedir. Belgeseldeki pek çok alt vurgu içinde bu iki temel yaklaşım işte bu belgeselin odak noktasını ve alt yapısını inşa etmekte. Bu bağlamda ciddi bir felsefe okuması olduğuna inandığımız yönetmeni, dilde kavram karmaşasına düşmeden duru bir anlatımla sıyrıldığı için kutlamak ise yersiz değil.
Bir kuvars küpünün içindeki su zerresinin keşfiyle başlayan belgeselin hikâyesi günümüzde kesinlik kazanmayan ve bilim camiasını ikiye bölen bir gayri gerçeklik ile devam ediyor: Suyun kaynağı olan kuyruklu yıldız teorisi. Yönetmenin tıpkı hikâyeye konu olan Şili yerlileri gibi inancı; suyun yıldızlar ile aramızdaki iletişimde bir köprü olduğu gerçeği. Bu inancı besleyen Selknam halkı Şili’de beyaz adamın gazabına uğrayan yerli beş kabileden sadece biri. Şili topraklarında yaz, kış korunmasız gezen ve bedenlerini yıldız galaksileri misali boyayan bir halk Selknamlar. Ölümden sonra Orion Güney Haçı (Avcı Takımyıldızı)’na sığındıklarına inanan bu halkın ne kentleri ne de anıtları vardı; yalnızca vücutlarına çizdikleri galaksileri. Bu ruhani yaşamdaki Selknam halkı ve diğer dört kabilenin su ile kurdukları bağı koparan ise işte beyaz adamın güneyin uç noktası Patagonya’yı keşfiyle gerçekleşir. Patagonya kıyılarına demirleyen sözde kâşif gemileri bu kabilelerden bir yerliyi iki sedef düğme karşılığında ailesinden alır ve yine sözde medeniyet kıyılarını temsil eden güneş batmayan imparatorluğa yani İngiltere’ye götürür. Adını koydukları ilkel birey “Jemmy Button” medeni bir ‘İngiliz’ olarak, geldiği topraklara geri döner ve ilkel yaşamına tekrar adapte olmaya çalışır ancak ne acıdır ki başarılı olamaz. Belgesel boyunca ara ara bize eşlik eden şair Raúl Zurita’tanında dile getirdiği gibi beyaz adamla birlikte, tarihte en hızlı çağ değiştiren insanlardan biri olma unvanını deneyimler Jemmy Button. Dinlediğimiz Şili tarihinde Button ve kabile insanından günümüzde yalnızca yirmisinin hayatta olduğunu öğreniriz. Koparıldıkları doğal yaşamdan sonra suni ortamda yalnızca kırk yahut elli yıl ömre mutabık olan bu yerlilerden kalan son yirmi ile yapılan ara röportajlarsa anlatımı zenginleştirmekle birlikte, özellikle anlatım kurgusunu ciddi manada toparlayan cinsten.
Belgesel boyunca köprü konumdaki suyun neredeyse bütün hallerine, seslerine ve evrendeki varoluş felsefesine eşlik ettiğimiz bu makalede izleyiciye aynı zamanda müthiş bir görsellikle derdini anlatan yönetmen Guzmán’ın, bu başarısına ortak olan görüntü yönetmeni Katell Djian’ın ise ismini unutmamak gerek. Yönetmene en son Nostalgia de la Luz (Işığa Özlem – 2010) filminde; öncesindeyse pek çok çalışmasında eşlik eden Djian’ın, dileriz Guzmán ile bu bağı hiç mi hiç kopmaz. Keşfetme ve keşif sürecinin arkasında yatan maceracı ve bir o kadarda kulağa eğlenceli gelen resmi tarihin altında yatan reel zemini pek çok metaforun yanı sıra temelde iki metaforun üzerinden sunan belgeselde son olarak, iki sedef düğmenin hafıza algısını üstlendiği sularda peki suyun ruhu var mıdır?.