30.05.2017
Burgonya Dükü: Öyleyse Dana Burunlar Gibi Uykuya Dalalım
Hazzın Kendisi Başlı Başına Bir Gerekçe
İç gıdıklayıcı filmlerine bir yenisini daha ekleyen yönetmen Peter Stricklan’ın son filmi “The Duke of Burgundy” yönetmenin kısa filmografisinde beklenmeyecek ölçüde iyi metaforlarla ayakta durmayı başaran bir film. Erotik mizansenlerin, bu mizansenleri destekleyecek paralellikte müzik altyapısıyla bezendiği film, erotizmin çatısında hazırladığı izleyicisini yanıltan; özünde zaman ve mekânın belirsiz olduğu ancak aynı zamanda da oldukça klostrofobik bir film. Film, sadece bir ev ve bu eve giden orman yolunun dışında kalan dünyayı izleyicisine kapatmış vaziyette. İki kadından Evelyn ve Cynthia’nın birlikteliklerini mazoşist bir edimle yerine getirmelerini konu edinen filmde, ara ara karakterleri bu mekânların dışında görsek de bu kısa süreç, sosyalleşen birlikteliklerin görsel şovu olmaktan öte değil.
İlk etapta oldukça masalsı bir dokunuşla izleyicisine merhaba diyen film, bu masalsı dokunuşun yerini gittikçe daha üstü örtülü bir filme bırakmakta. Evelyn karakterinin ormandaki yolculuğuyla birlikte bilinmeyen bir evrenin içinde ona nazaran daha bilinen bir evrene gitmesi bunu nitelemekte. Anlatının geride bıraktığı ilk izlenimden sonra ikinci bir izlenim daha doğar: Dondurulmuş böcekler. Bu canlıların özellikle dondurulmuş bir şekilde sergi malzemesi görevini üstlenmesi temelde bu karakterlerin içinde bulunduğu zaman ve mekân kavramına işaret etmekte. Sergi tablası eve denk düşerken; dondurulmuş böceklerse karakterleri yansıtır. Yaşayan ölüler kavramının yeni bir varyasyonu olarak karşımıza çıkan bu karakterlerin geçirdikleri her evreyi birbirlerini bilgilendirmek için toplandıkları entomolojik toplantılarda öğreniriz. Her yeni toplantıda bir başka karakterin, bir başka böceğin fizyolojik durumunun anlatılması, karakterler hakkındaki soru işaretini kaldırmaya yönelik. Bu soruların karakterlere uzanan kısmında Evelyn karakterinin, düzenli periyotlarla nerede olduğunu bilmediğimiz bir kütüphanede gerçekleştirdiği kendini bilgilendirme ihtiyacı, hayatlarında var olan düzensizliğin ve bu düzenin rayına oturmayan bölümünün sebeplerini öğrenmek ve hazzı sekteye uğratan noktalara bir tik atmak içindir. Az evvel bahsi geçen toplantılarda dinlenen böcek seslerinin hipnotik etkisiyse, bu alana sıkışmış karakterlerimizin içinde bulundukları hipnotik dünyanın bir aynası. Toplantılarda karakterlerin arasına iliştirilmiş olan model mankenlerse bu insanların fizyolojilerinin gittikçe daha da yapay bir kıvama geldiğine ve donmaya başladığına şöyle ufak bir göz kırpar. Bu çizilen aynadaki ilk kırılmaysa “eylemlerinde yalnız değilsin” ibaresiyle Evelyn’in hep denk geldiği yaşlı Lorna ile göz göze geldiği anlarda yaşanır.
Anlatıda tekrar eden sekansların payı, hakkı yenilmeyecek ölçüde büyük. İki kadın karakterin birbirini mazoşist fantezilerle tatmin ettiği noktalarda bu tekrarlar köprü vazifesini üstlenmekte. İlk etapta bir anlam yanılgısına düştüğümüz filmde, bu sekanslar vasıtasıyla kurulan lineer yapı yerli yerine oturarak hem anlam hem de konu bütünlüğündeki muamma ortadan kalkmakta. Bu yerli yerine oturan noktalar arasında tek oturmayan ise Cynthia ve Evelyn’in bir zaman sonra aşklarına olan inançlarındaki kayıp olur. Rutine binen seksüel eylemlerin gereğini artık yerine getiremeyen Cynthia ve bu ondan beklenti içine giren Evelyn’in ilişkilerindeki heyecan zamanla kaybolur ve yerini çatırdamalara bırakır. Bu çatırdamaların başında ise Evelyn’in seminerdeki moderatörle yakınlaşmasını öğrenen Cynthia çeker. Cynthia’nın bu heyecan içinde süregelen rutine ayak uyduramaması ve Evelyn’in beklentileri onları ve pek tabi bu evreni tıpkı bahsi geçen dana burunlar gibi uzun bir kış uykusuna hazırlar.
Filmde değinilmesi gereken başka bir husus ve belki de filmin en başat noktası, hikâyenin sadece dişil karakterlerle kurularak eril karakter varlığının bu hikâyede hiç mi hiç olmaması. Filmin yönetmeninin Peter Strickland olduğunu bilmesek, bu filmi çeken yönetmenin bir kadın yönetmen olduğuna iyiden iyiye inanabileceğimiz yapısı, kurulan dilin oldukça başarılı olduğunun da bir diğer gerçeği. Birbirlerinin arzularını istedikleri gibi besleyebilecek, ürün pazarlayabilecek ya da seminer verebilecek, kısacası var olan en temel şeyleri idame ettirebilecek bu kadınların hikâyesi pro-feminist bir anlatıcının bakış açısından beklenebilecek doygunluğu fazlasıyla veriyor.