02.06.2017

Survivor: Gerçek Suçlu Kim?

Koştur koştur nereye kadar…!

11 Eylül olaylarına değinen filmlere bir yenisi daha eklenmeli miydi sorusuna nasıl bir yanıt vermek lazım, tam olarak bilemiyoruz, ama şundan çok eminiz ki, gerek yoktu! 11 Eylül olaylarını ön plana alarak, o olayların altında yatan nedenlere yer veren ‘Suvivor (Ölümcül Takip)’ terör eylemleri ile ekonomik dalgalanmaları birleştiriyor. Film için terör filmi demek hata olur, çünkü buradaki mevzu yanlış hesapların nasıl bir soruna mahal verdiği yönünde…

Afganistan’da meydana gelen olaylardan sonra kamera aniden Londra Amerikan Büyükelçiliğindeki olaylara doğru yöneliyor, yönelmenin de ötesinde aniden kesme yapıp kendilerini soru yağmuruna tutmamıza sebebiyet veriyor. Ne oldu da Elçilikte bulduk kendimizi diye düşünüyoruz. Daha ilk dakikadan itibaren aksiyona yön vereceğini belli eden film, suçun elçilikte görev alan Kate Abbott’ın üzerine yıkılmasıyla rotasını çizmeye başlar ve olaylar iç içe geçer. Sözün özü; kendini uluslararası bir krizin eşiğinde bulan Kate bombalı saldırının sorumlusu haline getirilir ve insanların öldürenin kendisi olduğu öne sürülür. Şüpheli olarak addedilen Kate yetkililerden ve bombayı patlatan adamdan kaçmaya başlar. Kate aynı Alfred Hitchcock’un “Wrong Man” filmindekine benzer bir şekilde üzerindeki kirli lekeyi temizlemeye çabalar.

Yalnız burada büyük bir sıkıntı var, o da başkarakter Kate’in dokuz canlı oluşu, bundan kastımız şu: Kate’in başından o kadar çok şey geçiyor ki, darbe bile almıyor, demir kadın gibi… Onun güçlü bir başkarakter oluşunu bize gösteren film, aslında bizi o karakterden soğutuyor, çünkü karakterin olumsuz taraflarını göremiyoruz bir türlü, hep bize artı tarafları yansıtılıyor. Karaktere bir de Milla Jovovich can veremeyince işin rengi iyice değişiyor. Jovovich’in kendini “Resident Evil” filminde unutup, bu filme transfer olmuş gibi bir hali var. Peki, ya Kate’i kovalayan, suikastçı kimliğine bürünen Pierce Brosnan için ne demeli? James Bond filmlerinden sonra Brosnan’ın havası sönmeye başladı, bu sebeple roller ona birkaç gömlek büyük geliyor, o rolün içindekinin Pierce Brosnan olduğuna inanası gelmiyor insanın…

Brosnan artık aksiyon filmlerine uymuyor, sebebi de oldukça yaşlanmış oluşu… Hazır oyunculuktan konu açılmışken devam edelim. “Stalker” dizisindeki dedektifi canlandıran Dylan Mc Dermett ile “Those Who Kill” dizisi ve “Cloud Atlas” filminde büyük roller kapan James Mc D’Arcy’nin oyunculuğuna söyleyecek söz yok.

Sürekli aksiyon ve kovalamaca dolu sahnelerle örülü olan film, hikâyedeki mantığa önem vermeden görsel bir şölen oluşturuyor, ama olaylar ne yazık ki havada kalıyor. Tıpkı filmin sonu gibi… Filmin giriş, gelişmesi var, ancak finali yok. Finalde her şeyin çözüme kavuşması gerekirken tam tersi oluyor, yönetmen McTeigue oldu da bitti maşallah’a getiriyor meseleyi… Klasik bir konuyu önümüze lezzetsiz bir yemek misali dayayan yönetmen, ‘yanlış anlaşılma ya da karalama’ kavramını dallandırıp budaklanarak anlatıyor.

Çekimlerin stüdyo havasını (fazlasıyla) andırdığı film, bazı gediklerin üzerini örtemeyerek hata üzerine hata yapıyor, bu da filmin yalpalanmasına sebep oluyor. Hikâyedeki detaylara daha fazla ağırlık verilseydi, belki daha keyifle seyredilebilirdi, ama durum maalesef filmin aleyhine gelişiyor, çünkü gerilim ve aksiyon filmi bastırıyor. Ellerinde silahla dolanan karakterler kendilerini biraz fazla kaptırıyorlar ve neden yaylım ateşinde kaldıklarını unutuveriyorlar, aslında olayların Afganistan’da yaşananlara ışık yakması gerekirken konu dağılıyor ve sürekli koşturan karakterlerle (özellikle Kate) beraber biz de koşturuyoruz. Yani film bizi yoruyor. Filmin tek güzel tarafı Kate’in elçilikte çalışan iş arkadaşı Sam’in asla Kate’den şüphe etmemesi ve Kate’in yaşadıklarını bardağın dolu tarafından görmesi! Yani Sam bize olumlu olmayı öğretiyor, filmdeki karakterler sürekli negatif düşüncelerden beslendikleri için, optimist bir karakterin senaryoda yer alışı seyirciyi kısa süreli de olsa tatmin ediyor.

Yer yer “A Most Wanted Man” filmiyle terör nedeniyle bağ kuran film, alt okumalarda bazı yerlere gönderme yaparak dikkat çekmeye çalışıyor. Bunu başarıyor mu diye soracak olursanız, kısmen başardığını söyleyebiliriz, ama neden filme daha fazla özen gösterilmedi onu da çok merak ediyoruz doğrusu… Siyasi sorunlara çok fazla yer vermeden onları üstünkörü geçen film, intikam ateşiyle yanıp tutuşan kötü karakterlerin oyuncağı haline geliyor.

Sonuç? ‘Ölümcül Takip’ bazı mantık hatalarına kafayı takmadan izlenebilecek ve aksiyon tutkunlarını mutlu edecek çerez bir yapım… “V for Vendetta” ve “Raven” gibi büyük filmlerin yönetmenliğini üstlenen McTeigue’nin bu filmle sınıfta kalışına epey üzüldük, keşke kendinden beklenilenin daha üstünde bir performans sarf etseydi, o zaman sıcak bakardık. Sözün özü; şu yaz sıcaklarında vakit öldürmek isteyenler filmi seyredip kafalarını dağıtabilirler, tabi bir de şu var: Pierce Brosnan ve Milla Jovovich’in kötü oyunculuklarını görmek için de oldukça ideal olduğunu belirtmekte yarar var.

Arzu ÇEVİKALP