30.05.2017
Karakter Mutfağı: Frances Halladay
Kısaca Frances Ha!
En yakın arkadaşı Sophie’den ve kirasını ödeyebileceği kadar getirisi olan dans asistanlığından başka bir şeyi olmayan bir kadın Frances Halladay. Biyografisinin devinen kısmında çokça yemekten ziyade yettiği kadar yemek yemeyi tercih edenlerden. Ya da kısaca, hayatta kalacak kadar olsun diyenlerden. Ama bu, yettiği kadar yetmediği zarar diyen yirmi yedisindeki Frances’in hayattan kopmasını ya da ona, bize, hepimize yürürken eşlik eden umut kavramının onda olmadığını akıllara getirmesin. Ondaki umut kavramı hepimize yetecek kadar da fazla.
“Geleceğimizi hayal etsene Sophie”
Evet, geleceğimizi hayal et Sophie. Sanki o en içten söylediklerimiz bir zaman sonra yine aynı o içten söylediklerimiz gibi olacakmışçasına. Koyun koyuna yattığı ve arkadaş kavramından daha başka bir kalıba koyduğu, şakalaştığı ne Sophie ne de hayalleri hayal ettiği gibi olur Frances’in. Peki o, bu zaman akışı içinde buna pek aldırış eder mi? Pek tabii etmez. Akış içerisinde bindiği geminin bir yamacında kendine bir öncekinden pek de farkı olmayan yeni bir basamak bulur ve aynı akışın iplerini yeniden tutarak devam eder.
İki sene evvel İstanbul’da bir festival esnasında tanıştık Frances ile. Ancak ne o beni yakalayabildi ne ben onu. Her ne kadar onun benden daha seri koştuğunu söylesem de o buna karşılık vermek yerine en sevdiği şeyi yaptı; saçımı başımı birbirine karıştırdı. Bu sıralarda ne iyi ettik de tekrar birbirimizle irtibata geçtik. Onun benim bu çağrıma zaman ya da mekân lokasyonuna pek aldırış etmeden döneceğini adım kadar iyi bildiğimden, bu görüşmenin gerçekleşeceğine dair inancım da yüksekti. Tıpkı çat kapı aldığı bir kararla eyleme döktüğü Paris planı gibi işte benim bu isteğimi de geri çevirmedi ve ansızın kapımın önünde beliriverdi.
Onun karakterinin belki de bölünmez pek çok parçasından ilkidir “anlık kararlar alma”. İyi ki var bu yetiler Frances’te. Kalmak ile kalmamak arasında içine girdiğimiz bu çıkmaza o aslında iyi bir cevap veriyor. Bir seçim yapman ve bu oluşun üzerine üzerine yürümen gerekiyor. Yürümen gerekiyor ki göresin. Göresin bu aldığın kararla çarkın içinde hangi dişliye yerleşeceksin. Bir nevi bunun deneyimlenmesi gereken ve hiç bitmeyen bir yürüyüş olduğuna da getiriyor lafı Frances. Sürekli dönen bir tekerlek gibi. Sürekli dönen ve bir bilinmeze girmek üzere olan bir tekerlek. Bu tekerleğin o bilinmez uzam içinde dönüp dönmeyeceği ise onu yokuş aşağı atan ve tekerleğin bir ucuna görünmez bir ip bağlayan sahibiyle ilgili. Kısacası sahip idesindeki kişiyle. Kişi bu ipleri çekebilir, gevşetebilir yahut dengede tutabilir.
Keşke dedim Frances’e. Keşke aşırılıklarını biraz daha dengede tutabilseydin. Belki yanı başından usulca uzaklaşan eşyaların, kitapların, elbiselerin ve hatta Sophie yanında durabilirdi. O ise bu kendimce gözlemlediğim duruma hiç gecikmeden cevap verdi. Sophie böylece aşırıklarını, eşyalar kaçışlarını, elbiselerse girmek istemedikleri dolapları ya da çekmeceleri görmüştü. Evet belki de haklıydı Frances. Tıpkı Sophie’nin ona bir yatak üstü sohbette dile getirdiği gibi çok fazla aynaya bakıyordu, eşyalarıysa hep ortalıktaydı. Onun görmek istediği bir benlik, ötelemeye çalıştığı birkaç parça kıyafeti vardı. Bunlardı onun dağınıklığı ve bilinçinin değil bilinçaltının dans ederken eşlik ettiği ayakkabılardı bu sayılanlar.
Frances Halladay dans asistanlığından aynı dans şirketinin ofis kısmına geçse bile, imajı/imajları değişse bile o yine aynı umutla koşan Frances. Hayatı renk skalasında renk sıcaklığını sadece siyah ve beyaz üzerine konumlandıran; sokaklarda gömlek, etek dansa başlayacak enerjide bir kadın ve Frances Halladay değil; kendi deyimiyle Frances Ha!