06.05.2016

Karakter Mutfağı: Kont Orlok

Kıyametten Bir Taslak Gibi

Vampir figürünün temellerini atacak ve pek çok uzantısını kendinden sonraki türdeşleri için hazırlayacak olan bir karakter Nosferatu. Öyle ki güneşe olan hassasiyet, vampir olmayana duyulan sevgi ve nefret karmaşası gibi daha da sayısı arttırılabilecek ve günümüz ‘vampir olma’ kriterlerini belirleyecek pek çok uzantıdır bu sayacaklarımız. Her ne kadar hiçbir başat profil varlığını zaman içerisinde ilk hali gibi muhafaza edemese de şöyle uzaklara dönüp baktığımızda kopyaların orijinal sürümün ana eklemlerinde bir yerlere dokuduğunu görürüz.

Bundan aylar önce ünlü Alman sinemacı Murnau’yu anmak için sayfaları karıştırdığımız sinema tarihinde bu kez, babasından bir anlamda kopuk ve bu dünyanın ne içinde ne de dışında bir çocuk olan Orlok bizlerle. Ara verdiğimiz süre zarfınca beklemeye alışık olduğumuz kapıdan gelen konuklarımızdan biraz farklı bir yolla yolu düştü nam-ı diğer Nosferatu’nun yolu mutfağa. O ziyarete kapıdan gelenlerden değil, bacadan inenlerden. Ama olabildiğince sessiz, olabildiğince gizemli bir hava ile.

Anlatmak istediklerini, varlığını ve bilişsel evrenini çoğu kez bu evrenin ona sunduğu temel gerçeklik ve hacimsel yordam yerine sezgisel gerçeklik ile sunan bir karakter o. Bunda onun vampir dünyasına ait olan genleriyle birlikte etkili olan temel bir iki şey daha var. Bunlardan ilki şüphesiz daha evvelki metinde şöyle bir üzerinden geçtiğimiz kıyamet arifesindeki bir topluma ayna tutan profil, ikincisi ise her babanın olduğu kadar baba Murnau’dan oğluna geçen gen haritası. Her ne kadar filmsel evrenin tıpkı konuğumuz gibi belirsiz bir uzamda çizildiğini görsek de çizilen bu gizemli portrenin el uzattığı dönem Alman toplumunun histerik ve sancılı yapısını gizlemeye yetmez. Aksine bir değil, birden fazla şeyi fısıldar. En az Nosferatu kadar döneme ve pek tabii günümüzde aynı ölçüde okumalara tabi tutulan bir başka film olan “Der Golem, wie er in die Welt kam”ın (Golem Efsanesi) senaristi Henrik Galeen tarafından Bram Stoker’ın “Dracula” romanından uyarlanan hikâye için telif ödememek adına karakterlerin, mekanların ve genel anlamda hikâyenin örgüsü değiştirilerek uyarlamanın uyarlaması bir senaryo ortaya çıkarılmıştır. Böylece Kont Dracula’nın Almanya şube temsilcisi Kont Orlok ortaya çıkar. Bu hikâyede değiştirilen sadece karakterler ve mekân anatomisi olmaz. Öykü, Murnau’nun parmağından çıkmış ve dünyaya kazandırdığı oğlu Orlok tarafından sosyolojik bir anlatıya doğru ivme kazanır. Anlatının bu sosyolojik manada içine girdiği iki ana çıkmazı Y. Gürhan Topçu şöyle aktarıyor: “Cherry (2009, s. 177) ve Morgan (2002, s. 12), Kont Orlok’un, o dönemde Yahudilere atfedilen bütün olumsuz stereotipik özellikleri barındırdığını ifade ederler. O dönemin karikatürleri Alman halkının kanını emen zengin Yahudileri, Orlok gibi zayıf, kemerli burunlu, fare gibi çiziyorlardı. Filmin ilerleyen bölümlerinde Kont Orlok’la birlikte Wisborg’a gelen fareler kente veba getirirler. Anlatıdaki bu olay, ortaçağda Avrupa’da vebayı yaymakla suçlanan Yahudilerle ilgili kolektif bellekteki anti-seminist anılara bir göndermedir. Ayrıca vampir Orlok, aryan bir kadın olan Ellen’i baştan çıkardığı için Alman ırkının saflığına da bir tehdit oluşturur. Bu açıdan bakıldığında Orlok aşılmaması gereken iki sınırı aşar; birincisi, vampir olarak, yaşayanlar ve ölüler arasındaki sınır, ikincisi de Yahudiler ve aryanlar arasındaki sınır. Max Schreck’in canlandırdığı vampir, itici tipiyle Stoker’ın romanındaki tatlı dilli, baştan çıkarıcı, çekici vampir tiplemesinden oldukça farklıdır.2 Reimar ve Reimar, Murnau’nun vampiri, Stoker’ın aksine Avrupalı bir entellektüelden iğrenç bir canavara dönüştürdüğünü ifade ederler. En önemlisi de Murnau, Stoker’ın Viktoryen İngiltere’nin nevrotik korkularını yansıtan cinsel bastırılmışlık alt metnini, Almanya’nın 1. Dünya Savaşı sonrası yaşadığı acılarla değiştirir. (Reimar & Reimar, 2008, s. 215).*

Her ne kadar birçok yazar ve eleştirmence Murnau oğlu Orlok’u bir Yahudi imajıyla kodlamış gibi görünse de Murnau’nun Yahudi düşmanlığına varacak boyutta bir açılımına hiçbir kaynakta rastlanmamıştır. Ancak ikinci kodlamada yani Murnau’nun kendini kodladığı eşcinsel tutuma ve dönem politikasında “öteki” olma durumuna dair yaklaşılan düşüncelerin tutarlı yanı ilkine nazaran daha fazladır. Daha savaş döneminin ağır buhranı atlatılamadan ayak sesleri duyulmaya başlayan Hitler ve peşi sıra dizilen militarist kitlenin varlığıyla ortaya çıkan duyguların bastırılması, sadece Murnau’nun değil onun gibi pek çok insanın gizil bir dünyaya kaymasına sebep olur. Kont Orlok bu bağlamda sadece kendine atfedilen tabutu değil babasının tabutunu taşımaktadır film boyunca. Senaryo gereği fazlasıyla yumuşatıldığına inandığımız bu öyküye bir de bu yakadan bakmak elzem.

Macar kökenli Alman sinema yazarı Béla Balázs 1924’te Nosferatu’nun sanki sahneleri boyunca akan “kıyametten bir taslak” gibi olduğunu söylediği ve en başta belirttiğimiz bu başat filmin karakteri ya da konuğumuzun, yıllara dayanan yaşlanmışlığı ve bedenindeki her parçaya ilmek ilmek işlemiş gri bulutlar, onunla sohbet ederken bizim açımızdan yetti de arttı bile. Ve tıpkı geldiği sırada olduğu gibi tabutu elinde ansızın kayboldu ortadan. Kaybolurken bizim modern dünyamızda yığınla dizilen kopyalarından sadece birinin anılması gerektiğini fısıldayarak.

*Topçu, Y. G. (2012). Ruhların Dansı, Nosferatu: Vampirin Yalnızlığı. Seçil Büker ve S. Ruken Öztürk (Ed.), Sinemada Hayat Var (ss. 295-296). Ankara: De Ki.