06.05.2016

Karakter Mutfağı: Adam & Eve

Edebiyat ve Müziğin İçinde

Karakter Mutfağı’nın bu haftaki konukları tıpkı geçtiğimiz hafta olduğu gibi kapıdan değil bacadan gelen konuklardan. Ancak konuğumuz olan bu ikili gerek bacadan gelmenin gerekse klasik bütün doktrinlerin demode olduğunu varsayacağımız ölçüde bir havayla, kapıdan gelmeyi tercih ettiler. Öyle ki atladığımız yüzyılların onlarda biriktirdiği tarihî gerçekliğin dışında, uyum sağladıkları bir modernizm yahut insana ait olan imaj da yerleşik hale gelmiş vaziyette. Zira bu ikilinin ellerinde bavullarla gelmesinin başka bir açıklaması olmasa gerek. Ancak onların taşıdıkları sizin bizim gibi birkaç parça kılık kıyafet değil, edebiyat ve müzik dünyasının donmuş tarihe paraf attıkları.

Tek bir kıyafet Adam ve Eve için fazla bile. Onları fanilerin dünyasında bir nebze de olsa insan figürü olarak konumlandırmaya yeter de artar. Her ne kadar bu konumlanış artık onları tatmin etmese de tutundukları sebeplerle avunmaya kendilerini adamış durumdalar. Edebiyat ve müzik, daha ne olsun. Hele ki yaşayan ölülerle ya da Adam’ın her birkaç cümlede adını geçirdiği “zombilerle” çevrili dünya için bu nedensellik içinde biçtikleri reçeteleri olmasa ne yaparlardı acaba? Amaçlarını ve yaşama arzularını geçen her saniye bir başkasıyla birlikte kendini de tüketmeye daha doğrusu “ne için yaşarsın?” sorusunun bırakın cevabını soru kalıbını bile aklımıza hiç mi hiç getirmeyen biz faniler için onların gözünden yürüdüğümüz kaldırımlar daha bir boşalmakta ve gayesiz birer boşluğa doğru sürüklenmekte. Hal böyle iken o korkutucu hayallerimize dalıveren vampir dünyasının bu ayrıksı ikilisi için insan kanı, sadece bir sonraki gece için yaşamlarını idame ettiren bir besinden daha öte değil. Avlanma döneminiyse, adını sohbet esansında bir başka sıkça geçirdikleri “on beşinci yüzyılla” birlikte pek çok demode şey gibi geride bırakmıştı. İnsanların her noktaya hızla ulaşabildikleri seyyar köprü görevindeki para kavramı insan dışı olanı da avucuna alıvermişti. Avlanmaya gerek yok, birkaç insanın avucuna birkaç kuruş sıkıştırdığın takdirde aynı insan, kendi türdeşinin kanının en kıymetlisini bile seve seve sana sunar. Avlanmak şöyle bir yerde dursun; biz oturalım ve vakit kaybetmeden daha çok okuyalım, daha çok dinleyelim. Kısacası yarattığımız arıtılmış evrende daha bir rehabilite olalım.

Kont Orlok’un modern anlatı içinde kendi türünün en iyi kopyası diye ima ettiği Eve ile Adam için o bilindik vampir anlatısı içinde adı geçen aristokrasi kavramını oturup anlatmaktan ziyade var olan ve süregelen bu kalıpların baba Jarmusch tarafından nasıl iyi yontulduğuna bakalım. Az evvel bahsini geçirdiğimiz zombi yakıştırması bu yontulma içinde göze çarpan sadece birkaç unsurdan biri. Sohbetin ilerleyen noktalarında doktor Faust ya da bildiğimiz ismiyle Adam’ın bizim için çalmaktan yoğun bir haz duyduğu her halinden belli olan, adını ise ünlü İngiliz besteci ve yorumcu William Lawes’ten alan 1959 model Supra’sıyla çaldığı parçaları dinlerken bir yandan da Eve’in çantasından çıkardıklarına şöyle bir göz atıyoruz. Onun işaretlemekten ve tekrar tekrar üzerinden geçmekten bıkmadığına kanaat getirdiğimiz Beckett’ın oyunu, Cervantes’in Don Kişot’u, Elif Şafak, Yukio Mishima ve daha pek çok edebî eser sohbet masasının ortasına yayılıveriyor. Eve, üşenmeden tek tek işaretli alanları gösterirken geçmişten günümüze bir insan, duygu, tavır ve başkalaşım turu attırıyor bize.

Acıktıklarını hissettiğim anda bir an gaflete düşüp dolabın kapağını açtığımda Eve hızla yanıma gelip tam dolabı kapatacağım esnada dolaba birkaç tane kitap bırakıveriyor. Dolabın kapağını kapatıp sohbete kaldığımız yerden devam edecekken, Adam da müziğe biraz ara verip sohbete dahil olmak istercesine masaya yaklaşıyor ama genel tavrına yapışmış olan sadece gerektiğinde harekete geçen ve artık aşina olduğumuz oldukça ağır olan üslubuyla. Tam bu noktada ikili Adam’ın açtığı 0 rh (-)’i yudumlarken benim gözüm dolaba takılmış olacak ki Eve hemen söze giriyor: “Belki siz insanları donduramayız ama yardımlarımız ile ürettiğiniz hikayeleri, romanları, şiirleri dondurabiliriz.”

Dünyanın bir noktasında bizden farklı bir üslûpla yaşayan vampir çiftimizle, sohbetin belki de bittiğine kanaat getiren Eve telefona sarılır ve gece bitmeden ulaşabilecekleri bir hava yolu şirketinden Fibonacci adına bilet ayırtır. İkiliye Detroit’e mi Tanca’ya mı gideceklerini sorduğumda Eve, o diline hakim olan belirleyici yaklaşımıyla: “Tanca. Geç ve yavaş hazmediyor ama yaşam ve kirlenmemiş huzur için birebir” diyerek kolunda Adam’la karanlıkta kayboluveriyor. Kapıyı kapatıp geri döndüğümdeyse masanın üzerinde nereden geldiği belirsiz kırmızı bir dondurma ve bir plak öylece bana bakıyordu. Son konuklarımızdan öğrendiğim bir şey olsa gerek hemen dolabı açtım ve her ikisine de muntazam bir yer ayarladım.