06.05.2016
Karakter Mutfağı: Christine’in Mahallesi
“Seni tanımıyorum ama sevildiğini bilerek ölmeni isterim”
Bundan yaklaşık dokuz yıl önce tanışmıştık Christine Jesperson ve mahalle sakinleri ile. Yine aynı kuraldışılık ve benimsedikleri uyum ile gelmişlerdi İstanbul’a. Her birinin farklı bir derdi, yenilenmiş ve belki de dönüşüm geçirmiş arzuları ve bu arzuları yaşadıkları, bizim ise kabullenmekte güçlük çektiğimiz lakin onların ustaca oyunlarını oynadıkları bir evrenleri var. Karakter Mutfağı’nın alışagelen sohbetlerinden bu hafta biraz farklı olarak biz de onlar kadar sıra dışı bir şeyler deneme peşindeyiz; bir ya da iki konuğa çay ikram etmek değil; bir mahalleye, birlikte sırt sırta yaşayan ve yaşamak zorunda olan insanlara koltukta yer açmak.
Britanyalı sanatçı Christine Jesperson’ın ağzından dinlediğimiz fakat bizzat kendisinin yaşadığı bir öykü anlatılan. Değişen ama buna büyük bir olgunlukla uyum sağlayan bir mahalle, ayrıksı duran ama bu ayrıksı duruşu kamufle etmiş insanlar ve aynı insanların kuralları değişen oyunda değişmeyen birlikte olma ilkesi var. Çünkü biz komşuyuz ve dayanışma içinde olmalıyız. Lakin beklenen bu dayanışma altyapısının eyleme geçtiği tek yer mahalle sınırlarıdır. Mahalle sınırlarının dışında herkes dinleyici, herkes akıl verendir.
Ürettiği işleri sanat galerine ulaştırmak için var gücüyle çalışan bir sanatçı Christine Jesperson. Durağan zamanın tanıkları olan fotoğrafların aslında durmaması gerektiği, onların yaşayan bir yanı olduğu gerçeğini bizden daha erken fark edenlerden. Eline aldığı mikrofon ve kayıt cihazıyla onların sessizliğini bozarak, bir çeşit yapı bozum yoluna başvuran bir sanatçı. Anlattığı hikâyesinin her yanına sinmiş bu üretilen işler ve onlara ayırdığı zamanın çok küçük bir kısmını dışarıdaki insanlara ayırmaktadır. Fotoğraflarla sabitlenmiş olan şey onun mahalle kavramıdır, dışarıdaki değil. Hemen yanında oturan babası, babasının sıkıntıları ve birlikte bazı temel ihtiyaçları gidermek adına çıkılan bir yer haline gelmiştir “dışarı” kavramı onlar için. Birlikte oluşları da sadece bu ihtiyaçları giderirken sıkılmamak adına buldukları bir çözüm gibidir. Gereksinimler giderilir ve herkes ait olduğu çatının altına ya da “içeri”ye girmek üzere kaybolur. Çalışanlarda böyledir. Tıpkı komşu Richard’ın olduğu gibi. Sohbet masasının hemen karşısında oturan komşu Richard, mekânsal olarak kurduğumuz bu mecburi yakınlığın aynısını kendisine ulaşmaya çalışan birkaç adım ötesindeki insanlar için kuramaz; daha doğrusu kurduğu pek söylenemez. Bunun için bir çaba harcar mı? Hayır, harcamaz zaten onun yegâne görevi sanki bu yakınlığı kurmaya çalışanlara müsaade etmemektir. İki çocuğu var Richard’ın. Anneleriyle ayrıldıktan sonra mahkeme kararınca velayetin ona verildiği. Çocukları ebeveynler mi büyütür? Bu sorunun cevabı da pek tabii ki hayır. Onlar kendileri büyür; kendileri ihtiyaçlarını karşılar; günü yanlış öğrendiklerini pratiğe dökerek geçirirler. Merak ettiklerini soru sormadan kendi formülleriyle giderirler. Richard’ın çocukları sıkıcı bir hayata uyum sağlamış, konuşmayan ve bu sıkıcılığı çok güzel perdelemeyi öğrenenlerden. Gelecek nesillere ne bırakırsın sorusunun cevabı gibiler. Kendilerinden sadece yaşça büyük yetişkinlerden onlara kalan tek şey budur; onların matematiksel bir ifadeye benzeyen yaşantıları. Başı ve sonu belli, her çözdüğünde farklı bir sonuç değil; hep aynı sonucu veren.
Bir tarafta yaşı küçük olmasına rağmen evlilik sandığı hazırlayan ve böylelikle mutluluğun geleceğine inanan küçük bir kız, diğer tarafta sosyal cesaretini bulamayan ve sanal sekse yeni bir varyasyon getiren iş arkadaşı ve komşu Andrew, ölümünü bilen ve kabullenen ancak sevdiklerinden uzakta ölmeyi isteyen Elle ve son olarak cinselliğin bir yarış olduğuna kanaat getiren Heather ve Rebecca. Bir de unutmadan, süslü bir hayat standartı olduğunu sandığımız küratör Nancy. Bu küçük mahalle birlikte yaşayan ancak birlikte yaşamanın getirdiği döngüyü yeni bir solukta inşa eden bir yapıda. Herkes mutlu… Üreten sanatçı, işe gitmekten zevk duyan çalışanlar ve daha niceleri. Mutlulukla boyadıkları bir çerçeve ya da resmin beğenmedikleri köşesine yeni şeyler ekledikleri bir iş bu. Ne kadar yapay olursa olsun, dengeyi bir şekilde buldukları, daha doğrusu bulduklarına inandıkları/inandırdıkları bir iş. İşin adı: Ben ve Sen ve Diğerleri. Duvar duvara ama birbirimizden oldukça uzak bir iş tanımı bu.