29.05.2017

Maze Runner – The Scorch Trials: İsyan Geçmişte Saklıdır

Twilight serisinin başarısından sonra Hollywood gençlik romanlarından uyarlanan sayısız film üretmeye başladı. Kimileri yoluna devam edemeden yarı yolda kaldı. Kimileri ise tüm kitapları filmleştirmeyi başardı. İlk filmiyle yoğun ilgi gören Maze Runner da bu tip filmlerin şimdilik başarılı görünen halkalarından birisi olarak akıllarda yer etmeyi başardı. Peki ilk filmin başarısını ikinci filme de taşıyabilecek miydi? İşte bu sorunun cevabını arıyoruz.

Öncelikle filmin konusuna bir göz atalım. Labirentten kaçan Thomas ve arkadaşları, bütün bunların sebebini anlamaya ve WCKD örgütünün gizemini çözmeye çalışırken kendilerini bir anda Alev (Scorch) adında, akla hayale sığmaz engellerle dolu bir yerde bulurlar. Burada onları yok etmek isteyen büyük güce karşı tüm yeteneklerini sergilemek zorunda kalacaklardır.

Filmin en nitelikli kısımları aksiyon ve gerilim yaratmadaki başarısı denilebilir. Özellikle aksiyon sahnelerinde nefes nefese kalabilirsiniz. Filme yeni katılan korku unsurlarıyla beraber film gerilim dozunu da bir hayli arttırıyor. İlk filmdeki labirent yaratıklarının yerine, bu filmde enfeksiyonlu insanlar dahil oluyor.

Hikâyenin, ilk filmle karşılaştırıldığında, daha geniş bir alana yayıldığını görüyoruz. İlk filmde kapana kısılmış bir grubun kaçış hikâyesini izlerken, ikinci filmde daha büyük coğrafi bir alandaki kovalamacaya tanıklık ediyoruz. Tabii doğal olarak daha geniş alan, daha çok tehlike demek oluyor. Bu yüzden bir anında bile aksiyonun durmadığı bir filmin içinde kendimizi buluyoruz.

İlk filmdeki merak unsurunu iyi kullanan film, oyunbaz numaralarla seyircinin dikkatini ayakta tutmayı başarıyordu. Bu filmin en büyük kozu ise diğer gençlik serilerine göre korku öğesini daha baskın kullanmasıyla; korku, bilim kurgu ve aksiyon türlerini birleştirerek harmanlaması bu üç türü sevenler açısından da ilgi çekici olacaktır.

Gelelim filmin eksilerine… Öncelikle çok fazla klişelere sırtını yaslaması, filmin en önemli eksisi olarak dikkat çekiyor. Son dakikada kurtulan insanlar, son dakikada dar yerlere kısılmaktan kurtulan karakterler, bilindik sığ mesajları ile belli süre sonra yorucu bir filme dönüşüyor.

Scorch Trials yani Türkçe adıyla Alev Deneyleri’ni, Mad Max ile Resident Evıl karışımı bir dünyanın içinde geçen Hunger Games olarak tanımlayabiliriz. Ancak ilk filmi çoğu kişinin Lord of Flies’a benzetip beğendiğini düşünürsek, yeni filmde de buna benzer beklentilerle sinemaya koşacaklar için ilk uyarım bu paragrafın ilk cümlesi olacaktır. Kıyamet sonrası bir dünyada geçen Hunger Games benzeri bir filme hazır olmalarını öneririm.

Hunger Games’in üç filmde inşa ettiği isyan hareketini, ikinci filmde tek bir karakter üzerinden sağlamaya çalışan Scorch Trials, kaba tabirle inandırıcılıktan uzak söylemleriyle ve bu filmde açığa çıkan inanılmaz zorlama hikâyesiyle bu tip filmlere alışık olmayan seyirciler için kabusa dönüşüyor.

Ana karakterleri bir kenara atarsak, oyunculukların tam anlamıyla bir hayal kırıklığı olduğu söylenebilir. “Breaking Bad” dizisinden tanıdığımız Giancarlo Esposito ve “Game of Thrones”’un Baelish’i Aidan Gillan filmin ağır topları olarak nitelendirilebilirler. Bu iki oyuncu belki de ikinci filmin en iyi karakterleri olarak dikkat çekiyor.

Sonuç olarak farklı filmlerin birleşimi diyebileceğimiz Scorch Trials, ilk filme göre daha zayıf olsa da türün meraklılarını memnun edebilecek bir film olarak dikkat çekiyor. Fakat ilk filmden sonra kararsızlar için bu filmden uzak durmak en iyisi denilebilir. Çünkü ilk filmin atmosferinin yerine, dur durak bilmeden aksiyon, yeni bilgi, aksiyon, yeni bilgi, aksiyon şablonu şeklinde giden bir filme hazır olmaları gerekiyor.

Not: Filmin adına bakıp ilk filmin alevli versiyonu diye sinemaya koşacak izleyiciler için bir uyarı yapma gereği duydum. Filmin adından geçen Alev, alanın adıdır, ateş olan alevle alakası yoktur.