04.06.2016
Madımak: Carina’nın Günlüğü
Onlar Yandı… Karanlıklar Neden Çıkmadı Aydınlığa?
Temmuz ayının ilk günleri daha on bir yaşındayım, çocukluğun boş vermiş zamanları, tek derdimin bilyelerimi arttırmak ya da bir saat daha fazla sokakta oynamak için izin almak olduğu günler… Yazlıktayız, öğlen sıcağında evdeyiz. Televizyonda, tüm kanallarda (ki sanırım o zaman sadece üç kanal vardı) Sivas’tan Madımak Otel önünden anlam veremediğim görüntüler… Evdekileri pür dikkat ekrana kilitleyen, hatta hayatta küfür etmeyen babamı küfre boğan görüntüler… En net hatırladığım ise babamın “İnsanları canlı canlı yakıyorlar” demesi. İnsanları canlı canlı yakmak da ne ola?
2 Temmuz 1993’te meydana gelen Sivas katliamı otuz üç kişinin vahşi bir şekilde hayatını yitirmesine neden oldu. Resmen diri diri yanan bu güzel insanlar, yaşadıkları karanlık dünyayı sanatlarıyla bir nebze olsun aydınlatan aydınlardı. Sivas’ta Pir Sultan Abdal Derneği tarafından organize edilen şenliklere gelen, Sivas’taki halk ile bütünleşen şairler, ozanlar, yazarlar ve bilim insanları sadece mutluluk ve barış için oradaydılar. Kendilerinin dindar olduğunu iddia eden ve bir anda galeyana gelen bir grup kökten dinci tarafından tutsak edildikleri Madımak Oteli’nde öldürüldüler.
Dünyanın herhangi bir yerinde böyle bir felaket yaşandığı zaman, dönemin sanatçıları kendi alanlarında verdikleri eserlerle topluma mesaj verirler. Sanatçının en büyük sorumluğu bu nedenle ezilenin yanında olmaktır. Madımak felaketinden sonra felakette ölen Metin Altıok’un Behçet Aysan’a dediği gibi “kalanlar ölenlerin arkasından şiirler” yazdılar ama özellikle sinemacılar bu konuya çok da uzak kaldılar. Geçen yirmi iki yıla rağmen, birkaç iyi niyetli küçük prodüksiyon belgesel haricinde (Menekşe’den Önce) bu konuda bir üretim yapılamaması çok üzücü.
Ulaş Bahadır’ın yazıp yönettiği “Madımak: Carina’nın Günlüğü” adlı sinema filmi de böyle bir ince düşünce ve özverinin ürünü. Yaşanan tüm sürece dışarıdan bir gözle bakarak objektivitesini de korumaya çalışmış yönetmen. Carina, Madımak’ta ölen tek yabancı. Yirmi üç yaşındaki Hollandalı akademisyen Carina Türkiye’de, kadınlar hakkında araştırma yapmak için bulunuyordu. Özellikle Alevi kadınlar üzerine yaptığı araştırmasının bir parçası olarak gözlemlerde bulunmak için geldiği Sivas’ta yanarak can verdi. Onun tuttuğu günlüklerden yola çıkarak çekilen film, yaşanan sürecin bir tanığı niteliğinde. Her ne kadar kökten dinciler Aziz Nesin’i ortaya atarak kendilerince olayı meşrulaştırmaya çalışsalar da olayın tek nedenin Alevi düşmanlığı olduğu apaçık ortada. Aziz Nesin’in açıklamalarını kendilerine kılıf yapan sözde dindarlar yüzlerce kişinin katil olmasına ve otuz üç canın alınmasına neden oldular. İnsanlar canlı canlı yanarken basiretsiz siyasetçilerin kendi aralarındaki, asker ve polisle olan iletişimsizlikleri (aslında söz geçirememeleri) felaketin boyutunu arttırdı. Aslında hepsi büyük bir oyunun küçük parçalarıydı. Akıllarınca Alevilere büyük bir gözdağı vermişlerdi. Alevilerin o dönem yoğun olarak tartışılan “cemevi sorunu”, sürekli sosyal demokrat partilere kayan oyu meselesini de ihmal etmemek lazım. Kamusal idarenin sadece “Aziz Nesin’i sağ istiyoruz” demesi bile sorunların köklerinin ne kadar derinde yattığının en temel kanıtı.
Film, Carina gibi olaylara dışarıdan bakan bir göz tarafından anlatıldığı için farklı bir bakış açısına sahip. Yönetmen Ulaş Bahadır’ın filmi çok iyi niyetli ve özverili şekilde çektiği aşikar ancak sinematografik olarak olgun bir dil kullanmak konusunda sorunlar yaşadığı ortada. İyi oyuncu seçimleri, güzel diyaloglar bile yer yer müsamere havasına bürünen filmi kurtaramamış. Bu kadar önemli bir meseleyle ilgili çekilecek filmin daha iyi şartlarda ve daha büyük prodüksiyon olarak çekilmesi ve dünya sinemasına armağan edilmesi gerekirdi. Ancak, halen Madımak’ın etkisi devam ettiği için büyük prodüksiyon şirketleri bu tür meseleleri anlatan filmleri çekmek konusunda çok isteksizler.
Ulaş Bahadır’ın bir söyleşisinde dediği gibi o gün Madımak’ta insanları yakan zihniyet bugün HDP binalarına saldıran zihniyetle aynı olduğu sürece bu konuları sanat eserlerinde işlemek de zor olacak. Madımak’ta ölen değerli ozan Hasret Gültekin’in bir türküsünde dediği “Bir insan ömrünü neye vermeli, tükenip gidiyor ömür dediğin”. Ömür dediğin tükenip giderken bu iyi niyetli filme bir şans verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Takdir izleyicinin…