28.05.2017
Filmekimi Günlükleri -1-
Lolo (Seçil Toprak)
Julie Delpy’nin kamera arkasında ve önünde olduğu yeni filmi Lolo, eğlenceli bir seyirlik olmasının yanında sevdiklerimize ne kadar zarar verebileceğimizi gösteren hikâyesiyle biraz korkutuyor. Ara ara ikinci bir Kevin vak’ası (We Need To Talk About Kevin) diyebileceğimiz hikâye ayrıntılarına giren film, komedi ile trajedi arasında sallanırken komik olmayı seçiyor. Dolayısıyla depresif bir film izlemekten ziyade hafif bir film izliyoruz. Ancak bu hafiflik ele alınan konulara göre ters orantılı. Çok söz söyleyip diyaloglarla hem komik hem dramatik olmayı başarabilen Lolo, korku filmi bile olabilecek potansiyel hikâyeye sahip. Adını nereden aldığına da dikkat edersek sanırım Lolo hakkında konuşmalıyız.
Maryland (Seçil Toprak)
Cannes’da gösterilen filmlerden Maryland, Türkçe adıyla Darmadağın, son günlerin gözde oyuncularından Matthias Schoenaerts’ı başrolüne yerleştirmekten başka olumlu bir özelliği bulunmayan bir film ne yazık ki. Hatta yetenekli oyuncunun en kötü performansını izlediğimizi rahatlıkla söyleyebilirim. İyi yazılmamış bir karakterin altını nasıl dolduracağını bilemeyen Schoenaerts’in, oradan oraya savrulan Vincent kompozisyonu aslında filmin Türkçe adını karşılıyor: darmadağın. Bu, belki iyi yazılabilse önemli ve olumlu bir yön olabilecekken ne yazık ki altı tam doldurulamamış, nedenlerini seyircinin uydurabileceği boşluklarla filme ilgiyi aşağıya çekiyor. Yine bu boşluklara eklenen finalin muğlaklığı “ne gereği vardı?” diye sorduruyor.
Filmin eleştirisi için tıklayın
Paulina (Seçil Toprak)
Kolay anlamlandırılamayacak filmlerden biri oldu benim için Paulina. Kadının birey olarak kendini var etmesi, kendi ayakları üzerinde durması açısından bakıldığında yer yer inat ve hak üzerine saçma bir hale bürünen filme sınıf okuması üzerinden baktığımızda çok daha sorunlu bir hale geliyor. İdealist olarak tanımladığımızda belki yeterli olmayacak bir nitelemeye mahkum edeceğimiz Paulina’nın motivasyonunu kestirmek çok zor. Kendiyle de çelişkilere düşen davranışları belki bakış açısıyla yorumlanabilir ancak özellikle kadın karakterin babası ile kurduğu dlyaloglarda “inat” gözlemlenen davranışları ne yazık ki filmin söylemlerini vulgarize ediyor. Gerçi filmin sağlıklı bir söylemi olup olmadığından dahi şüpheliyim.
Desde allá (Haktan Kaan İçel)
Venezuela, şehir hayatında varoş ve elit yaşam tarzlarının harmanlanmasıyla, çarpıcı bir LBGT filmi tasarlanmış. Bir yandan artık klasikleşmeye başlayan fakir gençlerin yaşamına dokunurken, saplantılı bir adamın dünyasına yolculuk etme şansı yaşıyoruz. Desde allá iyi çekilmiş ortalama bir yapım olmasına rağmen, etkileyici bir film olmayı başarıyor. Venedik Film Festivali’nde aldığı Altın Aslan’ın altında ezilmesini bir kenara bırakırsak, geleceğe dair umut veren bir yönetmeni müjdelediği söylenebilir. Lorenzo Vigas’ı bir kenara not edin.
Mistress America (Tanju Baran)
Noah Baumbach, elindeki bir bardak temiz suyla bomboş bir sürahinin içini doldurmaya çalışıyor Mistress America’da. Bu uğurda eline geçirdiği her şeyi sürahiye boca etmesi ise hem elindeki suyun bulanmasına hem de oluşturduğu karışımın berbat bir hale gelmesine neden oluyor. Herhangi bir anlam bütünlüğünden uzak bu Greta Gerwig siparişinin 84 dakikalık uzunluğuna rağmen bir türlü nihayete erememesi, söylenebilecek bir iki olumlu cümleyi de alıp götürüyor; Allah kimseyi böyle filmlerle sınamasın.
Filmin eleştirisi için tıklayın
Youth (Tuba Büdüş)
Paolo Sorrentino Oscarlı La Grande Bellezza filminde hayattan zevk almaya devam eden yaşlı karakter yerine La Giovinezza’da kariyerlerini sonlandırma arifesindeki ihtiyarların geçmişleri ile yaptıkları muhakemeyi odağına alıyor. Fellini esintilerini bol bol hissettiğimiz La Giovinezza, özellikle 8½ filmini akla getiriyor. Hepsi birbirinden renkli karakterlerin muhteşem bir şekilde bir araya gelişini izlediğimiz bu film, Sorrentino’nun çıtayı daha da yükselttiğini ispatlıyor.
Slow West (Tuba Büdüş)
Bugüne kadar izlediğim yol hikâyelerinden kafası en dumanlılarından biri Slow West. Western türüne yeni bir soluk getiren bu indie western tarzında çekilen film, izleyici içine almakta hiç sorun yaşamıyor. Amaçsız bir şekilde yollarda yaşayan Silas ile ne istediğine adı gibi emin olan ve tam gaz ilerleyen Jay’in abi kardeş boyutuna kadar taşınan hikâyesi. Slow West aynı zamanda Amerika’nın tarihine de okkalı bir tokat atıyor.
Filmin eleştirisi için tıklayın
Irrational Man (Tanju Baran)
Irrational Man, Woody Allen’ın kariyer seyrinin son demlerine uygun, ismiyle müsemma bir eser. Seri üretimin getirdiği niteliksizliğin, özensiz sinematografinin ve iyi yazılmasına rağmen doğru hesaplanmamış senaryonun bizi kapısına getirip bıraktığı yer, Woody Allen’in artık mantıksız bir adama dönüştüğü gerçeği oluyor. Demini almamış bir çay ile taşmış bir kahve arasında gidip gelen Mantıksız Adam’ın damakta bıraktığı kötü tattan kurtulmak için çok beklemeyecek oluşumuza sevinemememiz ise durumun vahametini ortaya koymaya yetiyor.
Filmin eleştirisi için tıklayın
Carol (Tanju Baran)
Carol, iyi ambalajlanmış, albenisi yüksek bir hediye paketi gibi; dışına baktığınızda alma isteğiyle dolup taşıyorsunuz ama paketin içini açtığınızda karşınıza “koca bir hiç” çıkıyor. Todd Haynes’ın iyi kare yakalamayı iyi karakter yaratmaya tercih eden gösterişçi yaklaşımı, dönem filmi kisvesini sıyırıp attığınızda hiçbir özelliği kalmayan yavan hikâyesi ve pek de matah olmayan oyunculuklarıyla sınıfta kalan Carol’ın attığı taşla ürküttüğü kurbağa arasındaki negatif korelasyon ise göz yaşartıyor.
Filmin eleştirisi için tıklayın
Ex Machina (Tuba Büdüş)
Ex Machina tam bir ‘’boynuz kulağa geçer’’ filmi. Sanal zekânın iki erkek tarafından test edildiği ya da sanal zekanın onları alt ettiği bir hikayenin içinde bulacaksınız kendinizi. Ava adlı insanoğlunun duygu dünyasından nasibini almamış sanal zekâ, zekâsı ve sinsiliği ile izleyenleri oldukça şaşırtıyor.
Filmin eleştirisi için tıklayın
The Witch (Haktan Kaan İçel)
Yerel halk hikâyelerinden uyarlanan The Witch, insanların cadılıkla suçlandığı tutucu ve aşırı dindar dönemden seyircinin kanını donduran bir gerilim ortaya çıkarmış. İncil’deki şeytan tasvirini, soyutluktan somuta dökerek; bir an bile rahat olamayacağınız, gerilimi ensenizde hissedeceğiniz bir filme imza atılmış. Özellikle atmosferiyle dikkat çeken film, tekinsiz mekanları, ritüelleri ve ürpertici gerçekliğiyle karanlık ormanın içinde kaybolmanızı sağlayacak. Mitlerden hoşlanıyorsanız ve korku türüne aşinaysanız The Witch tam size göre bir film.
Filmin eleştirisi için tıklayın