04.06.2016
Jauja: Hayal Ülkesinde Varılamayan Liman
Jauja (Hayal Ülkesi), Arjantinli ünlü minimalist yönetmen Lisandro Alonso’nun 2014 tarihli son filmi. Arjantin yeni dalga sinemasının önde gelen yönetmenlerinden olan Alonso’nun 34. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde geniş bir retrospektifine yer verilmişti. Alonso, İtalyan yeni gerçekçiliği ile minimalizme sırtını dayayan bir sinema dünyası kurgularken, kendinden bir dönem önce yani 1960’ların koşullarında üretimler yapan Arjantin Üçüncü Sineması’ndan devraldığı mirası da tam olarak reddetmez. Üçüncü Sinema’nın mimarı Fernando Solanas gibi makro politik filmler yapmamakla birlikte kişilerin gündelik hikayeleri üzerinden politik bir yan yakalamaya çalışmaktadır. Kişisel olanın politik olduğu o kaygan eksende Alonso’nun filmleri tüm durgunluğuyla dinamik hale gelmektedir.
Alonso’nun apolitik gibi görünen kişisel politik sinemasını inşa ettiği 2000’li yılların başı, Arjantin’in politik olarak en fazla özgürlüğe kavuştuğu hesaplaşma yıllarıdır. 1980’li yıllarda tüm az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin yaşadığı darbeleri yaşayan Arjantin’de önce çocuk sonra genç olan Alonso, tüm bu sorunlu zamanları filmlerine dinginlik ve zaman zaman sıkılganlık olarak yansıtmıştır.
2001 yılında ilk filmi “Özgürlük”ü çeken Alonso sürekli ağaç kesip odun satan Misael ile dünyamıza girer. Bu ilk filmi Cannes Film Festivali’de “Uncertain Regard” seçkisinde gösterilir. Sinematografik kalitesini adım adım yükselten Alonso, dönemdaşı Pablo Agüero’nun düz politik göndermelerine karşı alegorik bir dil seçerek tarzını oturtmuştur. Dünya festivallerinde Arjantin sinemasını başarı ile temsil eden bu iki sinemacı Arjantin’in batıya açılan iki farklı yüzü gibidir.
Bu hafta vizyona giren Alonso’nun beşinci uzun metrajlı filmi Jauja (Hayal Ülkesi) ise yamalı bir western olmaktan öte kişisel bir holokost filmi olma özelliği taşımaktadır. Film 1882 yılında Patagonya’da geçen bir hayal ülkesi arama şölenidir. Şölen dediğime bakmayın bazı şölenler biz anlamlandıramasakta cenaze gibidir. Alonso ilk kez bu filminde edebi bir metinden yardım almaktadır. Fabian Casas’ın kaleminden çıkan metin üzerinden filmi şekillendirmek ise Alonso’nun maharetli sinemasına kalmıştır. Filmin ana karakteri insanlardan çok sömürülmeye açık muhteşem coğrafya olan Patagonya’dır. Deniz kenarında , kocaman bir çöle benzeyen Patagonya özellikle 20.yy’ın başında batılı sömürgeler tarafından istilaya uğrayacak ve vahşi bir soy kırıma yaşanacaktır. Filmin içinde yer yer uzak bakışlarla tanıdıklı ettiğimiz bu soykırım, filmin nesnesi gibi dursa da, Alonso filmin ana hikayesinin arkasına gerçek hikayeyi saklamıştır. Ve bu saklama işleminde de çok başarılı olmuştur.
1882 yılında Patagonya ‘ya gelen Danimarkalı Yüzbaşı Dinesen (Viggo Mortensen) kızı Ingeborg ve köpeği ile birlikte hiç kimsenin bilmediği belki de gitmediği/ gitmek istemediği hayal ülkesine ulaşmaya çalışmaktadır. Belki de olmayan bir mekan olan hayal ülkesi, Romen yönetmen Corneliu Porumboiu‘nun “Hazine” filminde olduğu gibi bulunup kaybedilen, hatta kaybetmek için bulunan bir mekân gibidir. Bu mekânda devingen bir şekilde hareket eden erkekler sürüsü ise filmin ne kadar maskülen olduğunun kanıtı gibidir. Zaten Alonso’nun filmlerinde genellikle yoğun ve hareketli erkek betimlemeleri söz konusudur. Filmin tek kadın karakteri olan Ingeborg ise filmin bir yerinde babasından kaçmakta, mutluluğu bir askerde bulmaktadır. Bu ne kadar gerçek ne kadar sanal bizim bakış açımızın sınırıyla alakalıdır.
Kızını arayan Yüzbaşı Dinesen, Alonso’nun ikinci filmi “Ölüler”de (2003) hapisten çıkıp kızını arayan Vargas’a benzemektedir. Vargas’ın yolculuğu daha sahici olsa da Yüzbaşı Dinesen’inki gibi sonuçlanacaktır. Kişisel bir holokost filmi olan “Jauja” alt metinde verdiği soykırım temasını güçlü tutmayı başarmıştır. Tabi soykırım ile ilgili olarak yakın tarihte izlediğimiz Patricio Guzman’ın “Sedef Düğme” (2015) ve Joshua Oppenheimer’in “Sessizliğin Bakışı” (2014) etkisi yaratmasa da Alonso’yu daha politik bir çizgiye çektiği ortadır. Bu çizgi Fatih Akın’ın son filmi “Kesik”teki (2014) gibi güdük ve taraflı da kalmamaktadır. Hayat olağan hızıyla ilerlerken kapitalist sömürgeciler yerlileri öldürmektedir. Bir tür evrim teorisi ispatı olan bu süreci olağan yalınlığıyla tarafsız yansıtmayı başarmıştır. Yönetmen konuyu anlatırken tarafsızdır, ama anlatım için seçtiği teknik ayrıntılar bu soykırımı belgelemek istediğinin kanıtıdır. 1,33:1’lik görüntü oranı ve çerçeve formatı bu vahşeti çerçeve içine almakta ve belge niteliğine kavuşturmaktadır. Uzun planlar, yer yer sıkıcı bir atmosfer, ağır tempo filmin genel izleyici tarafından izlenememesine neden olmakla birlikte gerçek sinefiller için tam bir hazine niteliği taşımaktadır.
Bu hafta vizyona giren filmler içerisinde gerçek bir sinefile hitap eden tek film olan “Jauja”ya sabrınız elverdikçe şans vermekte fayda olduğunu düşünüyorum.