07.05.2016

Tacizin Cinsiyeti

“Hep Yek” filmi çerçevesinde taciz kültürü ve tacizin cinsiyet sınıflandırmasına ufak bir bakış

Taciz. Taciz etme. Tacizde taciz eden ve taciz edilen. Kısacası duyduğumuz an yer yer celallendiğimiz fakat çoğu kez sadece yutkunduğumuz bir kelimenin öznesi ve nesnesi. Üzerine çokça düşünmek bir kenara aslına bakarsanız köşesine, kenarına oldukça vakıf olduğumuz bir yanı var. Sırtımızı ister sağa, ister sola çevirelim; canınız mı sıkıldı bir arkaya, bir de öne çevirin. Eylemsel boyutunu sadece gazetelerin üçüncü sayfasında büyük puntolarla değil, ötenizde berinizde yani yanı başınızda da görmenizin büyük olasılık taşıdığı bir hal. Öyle ki bu halin kavramsal boyutu artık sadece üçüncü sayfaların “ciddi” çerçeve üslubunda yahut mecmuaların paparazzi alt biriminde “eğlence” ivmesinde sunulmamakta; kolunuzun altına sıkıştırdığınız “indirimli” patlamış mısırınızı atıştırabileceğiniz başka bir eğlence mekanizmasına hizmet etmekte. Beyazperdenin vakıf olduğumuz kah ağlattığı, kah güldürdüğü, hatta ve hatta katarsis yaşattığı duygu selinde bu kavramın kenetlendiği komedi duvarını bu saydıklarımız içinde hangi rafa koyacağımız ise koymaktan ziyade büyük bir utancın sobesi.

isim. okunuş (ta: ciz) Tedirgin etme, rahatsız etme” olarak tanımlanıyor TDK sözlüklerinde. Tedirgin olma hali, rahatı kaçmak, huzuru bozulmak. Rahatsız etme, bir şey /şeyler sonucu sıkıntıya düşmek. Taciz kültürünün minvalini, konumlandığı haritanın ölçeğini tartışmak şöyle dursun, her ne kadar literatürdeki terimler yahut tanımlar hazır ol safında da olsa, ne yalan söyleyelim bulunduğumuz çanağın peşimiz sıra dönüp dolaşan bumerangı hiç de bu kadar saf ve naif değil.

Hiç Hitchcock filmi izlediniz mi? Benimki de laf! Pek tabii izlediniz. Her sekansında artan o gerilim tablosunun ve bu tabloya çerçeve olan figürlerin bir an için dışarıya fırladığını hayal edin. Gecesiz ve gündüzsüz bir gerilim hali. Her döndüğünüz köşe de karşınıza çıkma ihtimali ile kaldırımın neresinde duracağınıza bir türlü karar veremediğiniz / veremediğimiz hızlı adımlar. Johnny Depp’in hayat verdiği Kemp (The Rum Diary – 2011) karakteri gibi alkol sınırının sarhoş eden kısmına çoktan geçmiş ve artık düz yolda yürümekte zorlandığı, yalpaladığı dakikalardayız. Ama onu yalpalatan, yürümekte zorlandıran alkol hali iken, peki bizdeki de neyin nesi?

Her şeye alıştık. Olmaz artık bu denilen şeyin dahi ne olduğunu unutur olduk. Alıştık dedim ya. Bu alışmanın beraberinde getirdiği bir şey olsa gerek: Görmezden gelme. Algılarımız zaman içinde daha fazlasını, daha farklısını, kısaca fantezi dünyasının oktavlarını zorlayan yanları arar oldu. Kendimizce veya  gruplarca (ki en çok) belirlenen bir kriterleme döngüsü içine girdik. Kriterlemeler bitti nihayet. Sırada boyutunu saptamak var. Bu safhada sulu bir kelime grubunu pelesenk ettik dilimize: “Aman canım”. Kelime grubunun şöyle hafiften açık harfler eşliğinde uzadığını söylemekte yarar var: “Amaaaaan canııııım”. Belki anlam örüntüsünü daha baskın hale getirmek içindir. Zira kabul görmesi elzem. Çıkan ağızlardan sıçrayan tükürük bezleri de bu kelime gruplarının üzerinden en lakayt ve vurdum duymaz hali ile durmadan süzülüyor. Biraz hayal gücü katmakta fayda var. Nitekim hayal gücü işin tuzu, biberi gibi. Bu bahsi geçen süzülme durmadan harflerin başından aşağıya doğru eğim kazanıyor. Ve hiç bitmiyor. En sığ diye tabir ettiğimiz ana akım Amerikan korku sinemasının bir alt grubu olan akıl hastanesindeki karakter gibi. Kurtulmak için durmadan merdivelerden iner karakter ama hep aynı kattadır. Tek gaye var: Kurtulmak!

Gündelik hayatın bir parçası haline gelen, dengede durmayı zorlaştıran, kendi koyduğu yaptırımlar ve kurallar manifestosu içinde alanın neresinde durmamız gerektiğini söyleyen ve durduğumuz noktada göz, el, cinsel, dinsel, takipsel, ırksal, caddesel ya da sokaksal ve hatta mahallesel tepkilerini en haklı gerekçeleri eşliğinde sunan bir kültürün insanı, taciz kültürünün insanı /insanları. Hiç boşuna mağdur rolü yapma, hak ettin sen bunu!

Bir Teyze: Öyle giyinmeseydi.

Bakkal Amca: Bu kadar güzel olmasaydı.

Bir Teyze: Bu saatte sokakta işi neydi.

Bir Teyzenin Bir Oğlu: Zaten bunu istiyorlar.

Bir Teyze: Ne giymiş öyle.

Bir Amca: Bu insanlar zaten sapık, sapkın.

Bakkalın Oğlu: Bir tur versene

Hiç boşuna mağdur rolü yapma, hak ettin sen bunu.

Mağdur senden daha çok mağdur olan mahalle insanının yorumlarını sayfa sayfa uzatmak, yer yer etiketlemek, sonra dönüp dolaşıp yeniden bakmak hiç sonuna varılmayacak türden bir çalışma. Bu bir kenara en başta belirttiğimiz o akil insanlara vakıf olan alışma durumunda sesimizi hâlâ yükseltebildiğimiz, tepkimizi çığlık çığlığa duyurmak istediğimiz bir alan var. Daha doğrusu varlığını görmek, dokunmak, hissetmek bile büyük bir umut kaynağı. Uzun uzun, paragraf paragraf konunun tartışılacağı tarafında bu kültürü besleyen, bilinçli bir edimsel yol ile bundan kar sağlanılabilir olduğu yanılgısına kapılan alanlar. İşte bunlardan keşfi ve üretimi en basit yolla raflara yerleştirilen bir üretim aracı sinema. En olmaz şeyleri bir türün adı altında izleyicisiyle paylaşır, bu olmaz şey üzerine güldürür, birilerini besler ve yüceltirken, birilerini güldürme esasına dayalı yarattıkları karelerin güldürü ögeleri haline getirirler. Bu oluşumu eviren, çeviren ise sinemanın ufkundan ziyade sinemaya sofrayı hazırlayan kişi de. İşte bunlardan biri 2016’nın ilk yerli yapımlarından “Hep Yek”. Kabadayılık, argo, erkek olma hali, elde edilen şey/ şeyler, kadın olmak; bir tık yukarı basamakta bir erkeğe ait kadın olmak, heteroseksizmin Everest tatili ve daha niceleri bu listeye sapkınca adım atan bir yönetmenin ve ekibinin zihninde güldürü furyası altında şekilleniyor. Film vizyona henüz girmeden dahi, yine aynı ekibin kurguladığına inandığımız tanıtım filmleri bile yeterli bir sebep; bu nefreti ve onların dilinden “kör” bakış açısını solumak için. Hani azcık yukarıda değindiğimiz umut kaynağı olarak gördüğümüz beyazperdede izlediğimiz ve sayısız sapkın duyguyu en olur hali ile veren, yeni bir kültür olarak tanımlanabilecek güçlü heteroseksüel erkeğin sahip olacağı şeyler vardı ya, bu filmde fazlasıyla var işte onlar. Film şu sıralar büyük şehirlerden çektiği taciz eden öyküsünü şimdi daha taşrada öğretmenin derdinde.

Filmin fragmanı ile başlayan ve akabinde filmin vizyon alması ile daha bir alevlenen, beklediğimiz kadın dayanışması en klişe tabiriyle bir kıvılcım gibi yayıldı. Başta kadınlar çevresinde gelişen bu ilk etaptaki kadın dayanışması zaman içinde yanına aldığı kadın olmayanlarla birlikte daha bir büyüdü ve tepkisini belki de olabilecek en açık haliyle dile getirdi. Tartışmanın çemberi ise yol kenarında yürüyen bir kadının tacize maruz kalması ve bunun iç gıdıklayan bir denklemde formülize edilme derdi. Tartışmanın nabzını tutmaya başladığımız andan itibaren tartışma odağı zamanla evrildi ve taciz ve taciz edilme sürecine doğru yol aldı. Bu bağlamda baz alınan filmin taciz, taciz eden ve edilen arasındaki resmi, tepkilerin odak noktası haline geldi. Bir zaman sonra ise bu lineer döngü taciz kültürünün sadece kadın ve kadınsal olana ilişkin olduğu yönünde referans edildi. Ancak gelin görün ki ne filmsel uzamda ne de filmin arkasına aldığı reel evrende pastanın dilimlerinde taciz kültüründen pay alan sadece kadın olmakla sınırlı değil. Biyolojik olarak cinsiyet temelli bir grafik ortaya atacak olsak en az erkeklerde bu hegemonyanın çatal, bıçak uzatılan kesiminde. Filmin öyküsüne üstü örtülü olarak dâhil ettiği heteronormatif eksen çevresinde bu çembere dâhil olmayanlar, daha da açarsak dâhil edilmek istenmeyenler bir anlamda utanılan, o film süresince seyahat edilen aracın bagajına istiflenen, bahsi geçildiğinde ise eğer ki keyifler yerindeyse otuz iki diş gülünen bir fıkra gibi. Filmin kadrajından az biraz daha çıktığımızda en az kadınlar kadar köprü altlarında taciz edilen erkekler, ulaşım ağı içerisinde yanına oturmaktan tereddütle çekinilen ve hatta aynı ulaşım ağı içerisinde doğrudan darp edilen bir başka portrenin aynı renkte ki elemanları. Günümüz sosyal birliktelik anlayışının sadece “bana ve bize olan şey” olarak tartıldığı göz önünde bulundurulduğunda aslında aynı durumun, aynı tabaktaki umutsuz hali ortaya çıkıveriyor. Bu bağlamda tacizin sadece belli bir kitle, belli bir kültür ya da en başat olarak sadece bir cinsiyet elamanına yöneltildiği doğrultusunda hareket etmek ve daha vahim olan, bunu kesir sistemindeki çoğunluk – azınlık niceli içinde sunmak belki de alışılan şeye alışmamak adına bir adım olabilir. Ne de olsa özgür fikri temel alan “sinemacılar” ve ona çanak tutan ahlaklı toplumun taşıyıcıları için sosyal bir oyuncak bu: Vajina ya da anüs. Hiçbir farkı yok. Sapık zihnin trajikomik, vasat ama acımasız oyunu. Perde sayısı ise henüz bilinmiyor…