15.07.2016
Equals: Duygusuzların Ütopik Dünyasında Cinsel Uyanışlar
Hollywood’un zaman zaman düşük bilim kurgu filmlere yöneldiğini bilmeyeniniz yoktur. Özellikle popüler genç oyuncuları bir araya getiren bu projeler, bir anlamda olta atmak gibidir. Eğer film tutar ve gişede yapımcısını tatmin ederse, devam filmlerinin yapılması kaçınılmaz olur. Equals filmi de bu tip bir projeden ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Özellikle Twilight filmleriyle bir dönemin gençliğinin taptığı oyunculardan biri olan Kristen Stewart ve her filmiyle daha çok sevilen, özellikle çocuk oyuncu olarak başladığı kariyerinde yüksek bütçeli filmlerde kendini her daim hatırlatan oyuncu Nicholas Hoult’u bir araya getiren bu bilim kurgu, yurt dışında çok beğenilmese de, yine de izleyecilerin merakını cezbediyor.
Kısaca filmin konusunu şöyle özetleyebiliriz: Silas (Nicholas Hoult) günlük rutini içinde her gün aynı işleri yapan, projelerde çizimlerini gerçekleştiren örnek bir vatandaştır. Minimalist hayatını sorgulamadan yaşayan Silas, bir intihar sonrasında çalışma arkadaşı Nia’nın (Kristen Stewart) tepkisi üzerine hayatındaki bazı şeyleri sorgulamaya başlar. Sanki daha önceki hiç kullanmadığı duygularının varlığını hissetmeye başlar. Tabii bu duruma yönetim bir hastalık olarak bakıyordur. Çünkü duygusal olarak belirtiler gösteren herkes düzenin karşıtı gözükmektedir. Nia ve Silas bu atmosferde birbirlerine karşı hissettikleri duygulara karşı çıkamaz. Böylece olaylar gelişmeye başlar.
Duyguların tehlike arz ettiğine inanılan bir ütopyada geçen hikayesiyle, insanların düzen ile mücadelesine tanık oluruz. Düzen farklı olmamayı gerektirir. Düzene karşı gelen düşmandır. İnsanlar duygularıyla hareket ederlerse hata yaparlar. Bu yüzden de duyguları hastalık olarak tanımlamalıyız. Bu söylevler tanıdık geliyor öyle değil mi? Modern toplumun gerçeklerinin ütopik bir dünyaya yerleştirilmesi sonucunda çıkan hikaye, aslında günlük hayatta karşımıza çıkan baskıcı hükümetlerin yaptığından farklı bir şey yapmıyorlar.
İşin politik boyutuna baktığımızda, insanların farklı olmasını kendine yediremeyen sistem bu azınlığı dışlamaya başlıyor. Tıpkı günümüzde yaşanan ayrımcılıklar gibi… Dünyadaki her geçen gün daha çok şiddet olayına neden olan bu durum, ülkelerin başlarındaki insanların kendi çıkarları için yarattıkları düzeni güçlü kılıyor. Benzetmemiz gerekirse dinin politik çıkarlar için kullandığı ülkelerde, doğru ile yanlışı ayırt edemeyen halkın kendi kararlarını vererek sistemin dışına çıkma çabaları, devletler tarafından isyan ya da düşman olarak görünmesine neden oluyor. Gerçekleri anlayan insanlara karşı yapılan karalama çalışmaları ve insanların beyinlerinin yıkanmaya çalışılması, olmadıkları şeyler gibi gösterilmesi belki de hükümetlerin en büyük silahlarıdır diyebiliriz. Böylece halkı istedikleri gibi yönetebilirler.
Equals bu vahim durumun metaforu olarak duygular üzerinden sistem eleştirisine soyunuyor. Hayatın sınırlandırıldığı bir toplum üzerinden, gerçek dünyaya göndermelerini yapıyor. Film kendi persfektifi açısından son derece iyi noktalara parmak basarken, inandırıcı olmayı başarıyor. Tabii filmin sıkıntıları da yok değil. Bu sıkıntıların başında filmin finaline doğru verilen bazı mantıksız kararları gösterebiliriz. Özellikle de Silas’ın günlerce düşünüp karar alan bir karakter olduğunu düşündüğümüzde, mega hızlı verdiği en can alıcı karar belki de filmin en zayıf halkası diyebiliriz.
Ana karakterleri canlandıran iki oyuncu Stewart ve Hoult’un kimyaları tam anlamıyla tutmuyor. Bu yüzden de rollerinin içinde sınırlı gözüküyorlar. Bilhassa Guy Pierce ve birkaç yan karakterin çabalarıyla film açıklarını kapayarak keyifli bir seyirliğe dönüşüyor. Ancak yine de karanlık atmosferi ve donuk dünyasıyla her insanın sevebileceği bir film olduğunu söyleyemeyiz. Filmin kurgusu da filmdeki ütopik dünyaya paralel olarak yavaş ilerlemesinden dolayı izleyiciyi yer yer zorlayabiliyor.
Film söylemek istediklerini söyleyebildiği kadar söylüyor. Geri kalan zamanında ise iki aşığın peşinden gitmeyi tercih ediyor. Karakterlerin cinsel uyanışları, sisteme karşı bir başkaldırıya dönüşüyor. Bunun neticesinde de her ütopyada olduğu gibi ceza – ödül tezaharü ortaya çıkıyor.
Sonuç olarak çok fazla dikkat çekmeyen bir film olan Equals, senaryosundaki önemli noktalara parmak basan yanı, ütopyanın kendi içindeki inandırıcılıyla denenmesi gereken bir bilim kurguya dönüşüyor. Ancak donuk atmosferi ve yapay olarak tasarlanan sanat tasarımı kimi izleyiciler için itici olacaktır. Ana karakterlerin, yan karakterlerin performanslarının altında ezildiğini söylemekte de yarar var. Özellikle yaz aylarında pek fazla nitelikli filmin gösteriminin olmadığını düşünürsek, Equals’ın vizyonda öne çıktığını söyleyebiliriz. Bir başyapıt beklemeyin ama yine de filmin içine girebilirseniz sevmeniz mümkündür.