20.08.2016
Yüce Adalet: Üç Yanlış Bir Doğruyu Götürür mü?
Dram türünün parlayan yıldızı mahkeme filmleri…
Hollywood’da dram türü ele alındığında mahkeme filmlerinin dram alt türünde büyük önemi vardır. Çoğunlukla Oscar yarışı dönemlerinde stüdyolar bu türdeki filmlerinin izleyici önüne çıkarıp puan kazanmaya çalışırlar. Mahkeme filmlerinin bu kadar tutulmasının nedenlerinden biri de, farklı türleri az da olsa buluşturması olduğu söylenebilir. Gizem unsurları, bir nevi detektiflik arayışına giren avukatlar, hukuk çevrelerinin içindeki politik oyunlar ve gerçek hayatın özeti olan dram kurguları sayesinde mahkeme filmleri bir anlamda değer kazanmışlardır.
The Whole Truth da bu tip mahkeme filmi olarak vizyondaki yerini alıyor. Ancak ödül yarışından uzakta bir yerde kendini konumlandırarak yıldız oyuncularının varlığıyla ayakta durmaya çalışıyor. Ülkemizde Yüce Adalet adıyla vizyona girecek yapımın, belki de en önemli kozu Şeytanın Avukatı filminden sonra ilk kez avukat rolünde Keanu Reeves’i görecek olmamız denilebilir. Bakalım bu sefer yıldız oyuncu eski günlerini aratacak mı?
Filmin konusu ise kısaca şöyle özetlenebilir. Richard Ramsey (Keanu Reeves) kolay bir davanın içinde bulunurken, sonuçların kesin olacağı aşikardır. Çünkü reşit olmayan bir genç, babasını öldürmüş ve bunu itiraf etmiştir. Bu tip davanın başka ne sonuçları olabilirdir ki? Ancak Richard’ın müvekkili zanlı Mike (Gabriel Basso) avukatıyla konuşmamaktadır. Bu yüzden de gelişme olması beklenemezdir. Fakat işler Richard’ın yanına aldığı yardımcı avukat ile birlikte değişir. Çünkü davanın bu kadar basit bir dava olmadığını anlamak adına yalan makinesi gibi algılara sahip olmak gerekmektedir.
Keanu Reeves, yeniden avukat rolünde…
Kurgu anlamında yavaş bir tonu seçen film, mahkeme filmlerindeki sınırlı mekan sıkıntısını kısa flashbacklerin yardımıyla aşmayı planlamış. Böylece mahkeme sırasındaki anlatıların belli noktalarına küçük geri dönüşlerle yalın bakış açıları kazandırılmış. Filmdeki karakterlerin düşünceleri bu geri dönüşlere sığdırılırken, gerçek filmin ana hikayesinde vuku bulmadığı her anında izleyicide heyecan yaratması amaç edinilmiş.
Filmin ağır toplarından Keanu Reeves, bu filmde de alışık olduğumuz üzere donuk oyunculuğuna bir yenilik katmadan performansına devam ediyor. Uzun zamandır sinema sahnesinde görmediğimiz Renee Zellweger ise filmin femme fatale eksikliğini doldurmak üzere filme dahil edilmiş. İki oyuncunun da yılların ağırlığıyla geçirdikleri fiziksel değişikler, filmin önüne geçerek karakterlerin inandırıcı olamaması neden oluyorlar.
Filmin ise senaryo anlamındaki vasatlığı yüzünden zorlama hamelelerin göze battığı bir seyir anlayışı filmin geneline yayılarak, ağır dram atmosferi içerisinde sıkıcılık katmanına hapsoluyor. Özellikle senaryonun zorlama noktaları, The Whole Truth’un bir televizyon filminden hallice olmasını engelleyemiyor. Nihayetinde de filmin sürpriz son olarak sunduğu sahneler, şaşırtmaktan çok seyirciyi aptal yerine koyan bir hamle olarak akılda kalıyor.
Televizyon estetiği filmin önüne geçiyor.
Sonuç olarak vasat bir senaryonun sinemaya yansıması da aynı nitelikte oluyor. Televizyon filmine yakın bir işçilik, öne çıkmayan oyunculuklar ve zorla izleyiciyi kandırma zihniyetine giren filmin yapısı inandırıcılığını yitirerek bütün içinde eriyor. Ne yazık ki Yüce Adalet, sırtını gerçek ve yalanlar arasında kopan fırtınaya dayandırdığından, bu fırtınanın içinde yitip gidiyor. Akılda kalıcı sahnelerin eksikliği ve izleyiciyi tatmin etmeyen senaryosuyla kısır vizyon takvimi içinde kendine yer buluyor. Çok fazla eğlenceli filmlerin içinde ciddi filmleri seven izleyicilerin ve mahkeme dramlarının takipçilerine ait bir seçenek olarak gözlemleyebiliriz. Aksi takdirde vasatlığın içinde kaybolmamak elde değil.