02.09.2016
Blood Father: Kızlar Batırır, Babalar Toparlar
Gibson’ın aksiyona geri dönüşü…
Hollywood’un en tartışmalı isimlerinden biri olan Mel Gibson, her yaptığı projeyle dikkat çekiyor. Ancak bu sefer diğer projelerine göre daha sessiz bir şekilde vizyondaki yerini alıyor. Yönetmen koltuğunda yaşadığı tecrübelere nazaran bu filmde oyunculuk kariyerine yeni bir halka ekliyor. Geçen yılların etkisiyle tecrübeli oyuncunun performansından gerileme olup olmadığı ya da yeteneğini mufaza edip etmediği merak anlamında daha odak noktası konumunda diyebiliriz.
Filmin konusu ise oyuncunun geride bıraktığı kariyerindeki diğer filmlerle benzerlik gösteriyor. Kısaca konusunu özetleyelim. Link (Mel Gibson) şartlı tahliye ile dışarı çıkmış ve meslek olarak dövmecilik yapan eski bir mahkumdur. Hapishanede olduğu dönemlerde kızından uzak kalmıştır. Kızı Lydia (Erin Moriarty) ise bir uyuşturucu kartelinin liderinin yeğeniyle sevgili olmuştur. Başına gelen talihsiz bir olay sonucunda hedef konumuna gelen Lydia’nın babasından yardım istemek dışında çaresi kalmaz.
Klişe senaryosu filmin en büyük handikabı denilebilir.
Uzun aralıklarla sinemada varlığını hissettiğimiz Mel Gibson, Hollywood’un klişelerine yaraşır bir şekilde geri dönüyor. Eski aksiyon yıldızlarının genelde sinemaya döndüğü filmleri ele aldığımızda çoğunlukla yaşlarının verdiği olgunluktan dolayı, kızı kaçırılan veya imkansız bir görev gibi görünen olaylara hiç düşünmeden atlayan kahraman karakterlere hayat verdiğini hatırlayabiliriz. Mel Gibson’ın yeni filmi Blood Father da tam olarak böyle bir film olarak adlandırılabilir.
Odağında kopuk baba – kız ilişkilerine yoğunlaşan yapım, bu karakterlerin başta birbirlerine uzak kalmasına rağmen, zamanla alışma süreçlerine izleyiciye yansıtıyor. Klasik uyuşturucu çetesine karşı tek tabanca mücadele eden marjinal baba rolünde Mel Gibson, eski dönemlerini hatırlatır bir performansla sahne alıyor.
Yan karakterlerde Diego Luna ve William H. Macy’i gördüğümüz yapım, arka planda bulunan bu karakterlere derinliksiz yaklaşarak sığ performanslar çizmelerine neden oluyor. Zaten klişe bir senaryonun varlığını düşündüğümüzde, aksiyonun da görece zayıf olmasıyla beraber çok da tatmin edici bir işin çıkmadığını söyleyebiliriz.
Mel Gibson’ı sinemada özleyenlere…
Sonuç olarak Mel Gibson hayranlarının özlemini dindirmek dışında bir artısı bulunmayan Blood Father, alışık olduğumuz aksiyon mizansenleriyle yer yer duygusal bir filme dönüşüyor. Gibson’ın vücudunda dövmelerle dolu canlandırdığı asi karakter, Gibson’ın sinemadaki klasik yansımasının tersi olarak filmin en ilgi çekici farkı olarak nitelendirilebilir. Statham aksiyonunu izleyenlere alternatif bir film olarak değerlendirilebilecek yapım, vizyondaki çeşitlilik açısından değerlendirilebilir.