09.11.2016

Arrival: Gelecek Zamanın Aynasıdır

arrival

Villeneuve çıtayı yükseltiyor

Her filmiyle izleyicilerin takdirini biraz daha kazanan yönetmen Denis Villeneuve, gün geçtikçe çıtasını daha yüksek noktalara taşımaya başladı. Bu yıl ödül sezonunda adını duymayı beklediğimiz ve bilim kurgu filmi kontenjanından yarışmalarda adaylıklarının olacağını tahmin ettiğimiz Arrival, Filmekimi kapsamında ülkemizde ilk gösterimi yaparken, eleştirmenleri ikiye böldü. Buna göre Arrival’ın bazı noktalarını açık edecek bir şekilde izleyicilerin nasıl bir filmle karşılaşacağına göz atalım.

Dr. Louise Banks (Amy Adams) dil araştırmaları söz konusu olduğunda çeşitli örgütlerin danışmak için başvurduğu ilk kişidir. Tüm dünyaya kabuk şeklinde uzay gemileri indiği anda, onlarla iletişim kurmak amaçlı ilk seçilen kişilerden biri olur. Buna göre ordu personelleri ve bir araştırma grubu, dünyaya gelen davetsiz yabancılarla iletişim kurmaya çalışırlar. Buna göre Louise Banks ve fizik profesörü Ian Donnelly (Jeremy Renner) kilit noktayı üsteleneceklerdir. Peki bu uzaylıların dünyaya geliş amaçları nedir?

Arrival bilim kurgu filmlerinin klasik şablonuna uyarak filme başlarken, araştırma ve ilk iletişim sahneleriyle merak unsurunu ayakta tutmaya çalışıyor. Film ilk başta uzaylı istilası odaklı başlasa da zamanın ilerlemesiyle bir anlamda ekip filmine de dönüşüyor. Karakterlerin ilişkileri, filmin katmanlı olarak gelişmesinde önemli yer kaplıyor.

Filmin hikâye anlamında kurduğu farklılık noktası ise son dönemde uzaylı istilası filmlerinde gördüğümüz tarzda direkt barışçıl yakınlaşma ya da direkt savaş ve savunma odaklı bir uzaylı kontağı kurmaması diyebiliriz. Film farklı türde canlıların dil ve iletişim üzerinden kontak kurmasını ele alıyor. Bu yüzden de matematik ve dil bilimlerinin önemine vurgu yaparak kendini farklı noktalarda konumlandırmayı başarıyor.

arrival1

Bu noktadan sonra spoiler tehlikesi olabilir, dikkat edin!

Uzaylıların görünüşlerinin daha çok deniz canlılarına benzemesi ve buna odaklı olarak çeşitli etmenlerin aslında dünyaya ait gibi görünmesi, filmin altmetnine odaklanmamız gerektiğine dikkat çekiyor. Bir anlamda uzaylıları, doğanın temsilcisi olarak görmek mümkün diyebiliriz. Hatta anlaşılamayan seslerin, hep balina, yunus gibi canlıların telepatik iletişimine dayanan bir iletişim şeklini hatırlattığından, filmin bu noktada izleyiciye ulaştırmak istediği mesajın aslında doğa ve canlıları tarafından verildiğini söyleyebiliriz.

Bu bakış açısıyla filmi, uzaylı istilası filmi olarak sınıflandırmak yersiz oluyor. Çünkü doğanın insanlara çağrısı, savaşa karşı daha barışçıl yaklaşımlara odaklanılmasını sağlıyor. Film alt metin olarak çevreci mesajlar verirken, uzaylı olarak gördüğümüz canlıların aslında korkulacak yaratıklar olmadığını ve insanların daha büyük tehlike teşkil ettiğini anlatmaya çalışıyor. Bir anlamda dil üzerine çalışan ana karakterlerinin varlığını vurgulamasının nedeni apaçık ortada diyebiliriz. “Farklı dilde konuşan insanların birbirleriyle anlaşması için ortak bir dilde konuşmalarına gerek yok” diyor film. Bunun yerine ortak düşünüp birbirlerini anlamalarını ve insanların empati kurmalarını istiyor. Buna göre de filmin muhteşem finalini ayarlıyor.

arrival2

Ancak filmin mükemmelliğini engelleyen etmenler de yok değil. Özellikle ABD yapımı bir film olduğundan dolayı, kendini en mantıklı hareket eden ülke olarak gösteren yapım, Çin – Rusya – Pakistan gibi ülkelerin; yani Şangay Beşlisi’ne yakın ya da dahil ülkelerin savaşı getireceğini vurgu yaparken, ABD’yi masum göstermesi filmin en büyük defosu olarak dikkat çekiyor. Ancak buna rağmen ülkelerin rastgele seçilmiş gibi gözüken düzenlerinde, aslında çevre felaketinin yoğun ülkelerin seçilmesi tesadüf değil diyebiliriz. Savaş vurgusu, çevre felaketleri ve dünyanın düzenini etkileyen ülkeler arası ilişkilerin filmin politik bakımdan da bir bilim kurguya göre çok katmanlı bir hal aldığını söylemekte fayda var.

Film, zaman ve iletişim üzerine önemli teoriler atarken, yaptığı kurgu oyunlarıyla izleyicisini şaşırtmayı başarıyor. Üstelik bunu yaparken insanların en hassas oldukları noktalara temas ederek aile bağlarını kullanıyor. Bunu yaparken, izleyicinin empati özelliğini harekete geçirerek izleyiciyi derinden vurmayı tercih ediyor. Tarifi mümkün olmayan duygularla filmin içinde eriyip gidiyorsunuz.

Arrival

Duygulara hitap eden bir bilim kurgu…

Sonuç olarak Arrival, son yıllarda hakim olan duygulara dokunan bilim kurgulardan biri oluyor. The Fountain, Her ya da Interstellar’ın yaptığını yaparak bilim kurgu filminin ötesine geçmeyi hedefliyor. Bunun neticesinde de duygulanmamız mümkün olmuyor. Film bir anlamda doksan dakikalık bölümünde klasik bilim kurgu gibi ilerlerken, son yirmi dakikalık bölümünde adeta birinci vitesten beşinci vitese geçen bir araba gibi insanı vurup geçerek klasik bilim kurgu şablonunun ötesine geçiyor. Filmin son bölümdeki ipuçları serpiştiren kurgu yapısı filme derinlik katarak fark yaratmasını sağlıyor.

Yönetmen Villeneuve ve müziklerin sahibi Johann Johannsson vizyoner yapılarıyla filmin ruhunu ve atmosferini sonuna kadar besliyorlar. Bu yılın en iyi filmlerinden birine imza atılırken, kesin olan bir şey var ki, bu yılın duygulara en çok hitap eden filmi de Arrival oluyor. Büyük beklentilere girip filmi izlerken kendinizi kasmayın, sadece filmin sizi götüreceği noktaya kendini bırakın. Çünkü zaman zaten sizi gideceğiniz yere götürecektir.