27.09.2017

The Beguiled: Lanetli Kadınların Sessizliği

Ödülle Gelen Merak

Cannes Film Festivali’nden en iyi yönetmen ödülü alarak dikkatleri çeken The Beguiled, yıldız oyuncu kadrosuyla hemen hemen her kitlenin merakını celbediyor. 1971 yapımı Don Siegel’in yönetmenliğini üstlendiği aynı isimli orijinal film, daha çok Clint Eastwood’un varlığıyla akıllarda yer etmişti. Çoğunluğu kadın oyunculardan oluşan bu filmin, bir erkeğin ellerinden çıkışını izleyenler için en büyük merak konusu, belki de bir kadının elinden aynı proje yorumlandığında ne tür bir film çıkacağıydı. Sofia Coppola da bu sorunun cevabını sinema dünyasına verdi.

Amerikan İç Savaşı sırasında bir yatılı kız okulunda cereyan eden olaylara yoğunlaşan filmde, farklı saftan bir asker olan McBurney (Colin Farrell) yaralı bir şekilde ormanda hayatta kalmaya çalışırken okul öğrencilerinden mantar toplayan bir kızla karşılaşır. Kızın yardımlarıyla okula taşınan McBurney, bir anlamda savaş döneminde sadece kadın kadına yaşamaya alışmış kişiler için farklı bir nüansa dönüşür. Kadınlar açısından cazibe unsuruna dönüşen askerin varlığı, kadınlar arasında gerilim faktörü olmaktan kurtulamaz.

Coppola Tarzını Değiştiriyor

Daha önce uyarlandığı filmin neredeyse ikiz kardeşi diyebileceğimiz bir uyarlama ile karşı karşıyayız. Tek fark, tarz farklılıkları denilebilir. Siegel filmi Hollywood kalıplarına uygun bir şekilde tasarlarken Coppola biraz daha Avrupa sinemasına yakın bir üslup benimsiyor. Coppola’nın sabırlı kamerası, yeri geldiğinde uzun planlar ve sabit çerçevelerle filmin akışına yön veriyor. Filmin çoğunluğu bir sessizliğin içinde yol alıyor. Bu sessizlik sayesinde film, hikâyesindeki gerilime kılıf bulabiliyor. The Beguiled müziğin doğru kullanımının sağladığı olanakları sonuna kadar kullanarak atmosfer yaratmakta zorluk çekmiyor.

Oyuncu kadrosundaki görkemli isimlerin birbiriyle uyumu ve karşılıklı oluşturdukları çatışmalar, filmin sendelemeden ilerlemesini baki kılıyor. Önümüzdeki günlerde izleme fırsatı bulacağımız Yorgos Lanthimos filmi The Killing of a Sacred Deer’de karşılıklı izleyeceğimiz Colin Farrell ile Nicole Kidman’ın karşılıklı performanslarını test etmek için bu film biçilmiş kaftan görünüyor. Nitekim her iki oyuncu da karşılıklı sahnelerinde gerilim dozajını iyi ayarlayarak uyumlu bir ikili olduklarını gösteriyorlar. Oyuncu kimyalarının tutması sonucunda verilmesi zor etkileri kolaylıkla izleyiciye aktarabiliyorlar.

Oyuncu Performansları Yerli Yerinde

Filmin bu ikili dışındaki genç oyuncu kadrosu Hollywood’un gelecekte pek de sıkıntı çekmeyeceğinin bir örneği niteliği taşıyor. Çocuk oyuncular kırk yıllık oyuncu resitali verirken nasıl performans verdiği merak edilen Kirsten Dunst ve Elle Fanning, kadronun geneline bakıldığında bir bakıma daha ayrıksı duran karakterlerini ortalamayı tutturarak sergiliyorlar. Kirsten Dunst daha muhafazakar gibi görünen ama cinselliğini keşif noktasında belli tabuları yıkmayı düşünen bir kadın rolünde, karakterin gelgitlerini iyi resmediyor.

Elle Fanning ise filmin kötü karakteri konumunda denilebilir. Fanning’in karakterinin erkeklerden uzak bir yerde yetişen, yeni keşiflere açık ergen bir kadın olması, filmin kendi içinde oluşturduğu düzene karşı tehdit faktörü olarak konumlandırılmış. Bu karakterin tez bir zamanda cinsellikle tanışıp, yıllarca çocuk muamelesi görmesinden çıkış yolu olarak gördüğü adama karşı tutumu, belli ki klasik bir Freudyen bakışın temsili olarak yorumlanabilir.

Sade ve Dingin Bir Uyarlama

Coppola, The Beguiled’de senaryo anlamında basit bir savdan ilerleyerek ve haddini bilir gibi davranarak zarif ve temiz bir film çıkarmayı başarıyor. Orijinal filme dair çok irrasyonel hamleler yapmıyor. Buna ek olarak önceki filmlerindeki postmodern tavrını ise aklının ucundan bile geçirmiyor. Belli ki Coppola ciddiye alınmak istiyor. Bu yüzden de sınırlarını klasik dönem filmleri çerçevesinde şekillendiriyor.

Film yurtdışında derin bir yankı uyandırsa da beklentileri yükseltmek filmin seyir keyfinin düşmesine neden olabilir. Çünkü film sadelikten yana tutumu ve kadınlar arasındaki cinsel gerilimi hakkıyla vermeyi başaran başarılı bir yapım olarak nitelendirilebilir. Hem oyuncular, hem de yönetmen düz çizginin dışına çıkmadan ilerlemeyi başarmışlar. Ancak biz sinemaseverler Coppola’yı bu düz çizgide yürürken hayal ederken zorluk yaşadığımızdan, The Beguiled’i fazla yumuşak ve dingin bulmamız olasıdır. Belki de Sofia Coppola için artık babasının yolundan gitmenin zamanıdır. Cannes Film Festivali’nde elde ettiği başarı da bunun sinyali olabilir.