23.05.2016

Çirkin Kral‘ın Anısına


1 Nisan 1937 yılında Adana’da doğar. Çukurovalıdır, sıcakkanlıdır, delikanlıdır. Daha henüz lise yıllarındayken hapis ve sürgün cezası alır. Nedeni, herkesin eşit olduğu bir dünya düşlemesidir.

1966 yılında “At, Avrat, Silah” ile başlar sinema macerasına ve son filmi “Duvar” olur. Yüzün üzerinde filmde rol alır, yirminin üstünde filmin yönetmenliğini ve elliden fazla filmin senaryosunu yazar. Günümüzdekilere göre sahici yazan-yöneten ve oynayandır.

Yoksul bir ailede büyümüştür. Zor koşullarda yaşama tutunmanın ne demek olduğunu küçük yaştan itibaren öğrenir. Daha yaşanabilinir bir dünya için mücadelesi de bu yaşlarda başlamıştır. Filmlerinde ön plana çıkan temalar da eşitsizlik ve yoksulluk olur. Bunların yanına umut kavramını da ekler.

Gangster rolünü canladırdığı filmleriyle de halk tarafından tanınır. Kanunsuzluk teması, diğer filmlerinde olduğu gibi bu filmlerinde de işlenir. Her zaman yoksuldan yanadır, zenginden alıp, fakire veren Robin Hood efekti bu filmlerinde görülebilir.

Filmlerinde ülkesinin gerçeklerini gösterir, oynattığı karakterlerin gerçekliği tüm çıplaklığı ile karşımızda belirir. Filmleri kendimizi sorgulamaya ve düşünmeye iter. Bazen “Arkadaş” filminde olduğu gibi didaktik diliyle bu gerçekliği filmlerinde fazlaca yansıtmak ister. Zaten hayattaki amacı da “o tokadın hesabını sormaktır”. 

Politik filmler yapmaya, gerçekleri insanlara göstermeye devam edecektir; ancak tutuklandığı için artık kamera karşısında değil, sadece kamera arkasında görev alır. Yılmayan bir duruşu vardır ve 1978 yılında çekilen “Sürü”, 1979 yılında çekilen “Düşman” ve 1982 yılında çekilen “Yol” filmlerinin senaryolarını cezaevinde yazar. Zaten eşi Fatoş Güney’e yazdığı bir mektupta düşüncelerini ifade eder: “Hapis olan benim fiziğim, beynim değil. Bütün dünyada sözü edilen filmler yapacağız’’. Zeki Ökten ve Şerif Gören filmlerin yönetmenliğini yapsalar da filmler Yılmaz Güney’le anılacaktır. 

Filmlerinde, Kürt ve Ermeni sorunu, kaçakçıların durumu, işçi sınıfının mücadelesi, ağalık ve aşiret meseleleri, töre cinayetleri gibi hemen hemen her konuya değinmiştir.

“Yol” ise başyapıttır. Film, cezaevinden izinli çıkan beş hükümlünün hayattan beklentilerini, korkularını, umutlarını anlatır. Beş hükümlü de farklı yerlerde yaşar ve kamera beş hükümlüyü de takip ederek, onların dünyasından topluma bakış atar, toplumsal gerçekliğe ayna tutar. Bireyin hikayesine odaklanıp kalan ve kamerasını topluma çevirmeyen günümüz sinemasından, bu filmi ayıran en önemli özellik belki de budur. Filmin kurgusu Fransa’da biter ve “Yol” 1982 yılında Altın Palmiye kazanır. Yılmaz Güney 1981 yılında firar edip, 1982 yılında yumruğunu havaya kaldırarak ödülü alacaktır. Film, 1999 yılına kadar Türkiye’de yasaklanır ve Yılmaz Güney vatandaşlıktan çıkarılır.

Yılmaz Güney; 9 Eylül 1984’te mide kanserine yenik düşerek Paris’te hayatını kaybeder. Filmlerinin üzerinden uzun yıllar da geçse; izleyicilerde bugünün Türkiye’sini, hatta dünyasını izliyormuş etkisi bırakır. Yarattığı güçlü gerçeklik ile insanların zihinlerini sarsar. Dünyadaki birçok yönetmene ilham vermiştir ve hem kendisinin hem de anlattığı dertlerin evrenselliği tartışılamaz boyuttadır. İşçi sınıfının yanında her zaman yer alırken, sınıfsal bakmanın önemine de dikkat çeken Yılmaz Güney, gerek filmlerinde gerekse söyleşilerinde bize tek yolun ne olduğunu sürekli vurgulayarak kimlerden nasıl hesap sormamız gerektiğini bize çok açık biçimde ifade etmiştir. Bıraktığı mirasa sahip çıkıyor, saygı ve özlemle anıyoruz.