27.09.2017
24. Uluslararası Adana Film Festivali Günlükleri #2
İkinci gün salonların doluluk oranları iyice arttığından salonlarda yer bulmak iyice zorlaştı. Ancak bu durumun bir festival adına ne kadar mutluluk verici bir durum olduğunu söylememe gerek yok. Adana halkı belli ki festivalin keyfini ikinci gün çıkarmaya başladı. Filmin yarışmalı bölümü için de festivalin ağır toplarından jüri başkanı Arriaga ve diğer jüri üyeleri filmleri izlemeye başlamasıyla festivaldeki yarışmalar da resmi olarak başlamış oldu. Böylece 24. Adana Film Festivali tüm hızıyla devam etti.
Günün filmleri şunlardı:
PATTİ CAKE$
Programın öne çıkan filmlerinden biri olmamasına rağmen Patti Cake$ son derece özel bir film olarak seyircilerle buluşmayı başarıyor. Hayalciler, yokluktan var olmaya çalışan ve rap müzik hayranlarının mutlaka kaçırmaması gereken çok güçlü bir başkaldırı filmi olarak yapımı yorumlayabiliriz. Geremy Jasper ilk filmiyle klasik bir senaryo formülünü son derece kalıplarından taşarak iyi bir şekilde uyarlıyor. Gerçek ile hayaller arasında gelip giden Killa P.’nin bir yandan hayatla, bir yandan da müziğinin için var olması son derece eğlenceli bir şekilde servis ediliyor.
Kabaca filmi başka referanslarla benzeştirirsek 8 Mile ve Precious’ın bir bileşimi ama onun eğlenceli olanı olarak sade bir şekilde tanımlamak mümkün. Filmdeki rüya sahneleri ve hazırlanan rap şarkıları izleyicinin filme bağlanmasını sağlıyor. Filmde anne – kız ilişkisi ve bir nevi kaybedenler kulübü olarak adlandırabileceğimiz bir grubun aşk, arkadaşlık ve iş ilişkileri son derece akıcı bir şekilde kotarılmış. Yılın en eğlenceli kendini iyi hisset filmlerinden biri…
WIND RIVER
Bu yılın Hell or High Water’ı olarak lanse edilen Wind River, dingin ve olgun bir sinemanın kapılarını açıyor. Tarihin içinde kaybolan bir trajedinin öyküsünü acele etmeden sabırlı bir şekilde anlatırken gösterişe kaçmıyor. Belki de filmin en güçlü tarafı da tercih edilen bu üslup diyebiliriz. Ancak filmin temel sorunlarından biri filmin belli tempoyu tutturamaması diyebiliriz. Film çoğunluğunda karların arasında estetik bir görsel yapı kurarken filmdeki ani patlama noktalarıyla çarpıcı olmaya çalışıyor. Bu durumda filmden çok beklentisi olan seyircinin çok mutlu olmayacağıo bir mevzu diyebiliriz. Taylor Sheridan iyi bir senarist olsa da kendi yönettiği filmde ne yazık ki filme dahil ettiği gereksiz sahnelerle ve kurgu seçimleriyle filmini hantallaştırmayı başarmış. Üzerine son derece formül duran ve tahmin edilebilir senaryo eklenenince de film vasat sınırının ötesine geçememiş.
THE SHAPE OF WATER
Festivalin açılış filmi olan ama teknik aksaklıklar nedeniyle ilk gösterimini yapamayan The Shape of Water, bilindiği üzere gösterildiği her festivalde dikkatleri üzerine çeken bir yapım olmuştu. Hatta Oscar ödüllerinin gizli favorisi diyenlerin sayısı da hiç az değildi. Nitekim filmin iyi çekilmiş bir formül filmi olduğunu düşünüldüğünde bu konuda hiç de haksız olmadıklarını söyleyebiliriz. Guillermo Del Toro soslu karanlık bir Güzel ve Çirkin hikayesi anlatan The Shape of Water, masalı farklılaştırarak kendi yorumunu katıyor. Hikaye olarak filmin her noktasında Del Toro olmasaydı bu kadar ilgi olur muydu? Hiç sanmıyorum. Çünkü film masalsı bir Casablanca olmaya çalışırken izleyicinin duygularını bazı noktalarda fazla göze parmak şeklinde duygu sömürüsüne yönlendiriyor. Kötü karakterlerin saf kötü, iyilerin saf iyi olduğu bir döngüde, içerik olarak tam tatmini sağlayamıyor.
Fakat filme duygusal bir bakış açısıyla baktığımızda filmin birçok gönlü fethetmesi olası gözüküyor. Kimi film klasiklerine referanslarıyla, ahenk ve nüansların birbiriyle doğru harmanlanması sayesinde Del Toro Hollywood klişelerini kendince biçimlendiriyor. Oscar filmlerine nazaran filmdeki cinsellik ve şiddetin epeyce fazla olması ise yine yönetmen sayesinde vuku buluyor. Bazı açılardan Okja filmine de uzaktan akraba olan The Shape of Water tartışmasız iyi bir sinema seyri sunuyor. Ama festivallerde biraz abartıldığını da kabul etmek lazım. Fazla abartı sinemasever usandırırmış.