10.10.2017

Battle of the Sexes: Kaçırılmış Maç Puanı Şansı

Teniste Cinsiyet Savaşı…

Sinemanın en önemli bağımsız yönetmen ikililerinden Jonathan Dayton ve Valerie Faris “Little Miss Sunshine” ve “Ruby Sparks” gibi başarılı filmlerden sonra uzun süre sessizliğe gömülmüşlerdi. Geçen sene ilk görsellerin ortaya çıkmasından sonra Battle of the Sexes’ın bir anda ödül sezonuna hazırlanan ve oyuncuları için Oscar adaylıkları dahi alabilecek bir proje konumuna geldi. Ancak  film, geçen sürede beklenen ilgiyi göremedi. Yine de hâlâ adı, ödül sezonunda geçen bir film olmayı sürdürüyor.

Gerçek olaylardan uyarlanan yapımın konusu kısaca şöyle özetlenebilir: Billie Jean King (Emma Stone) kadın tenisinin en önemli tenisçisi konumundadır. Ancak kadınlar ile erkekler arasında yapılan Amerika Açık çifte standartından sonra King ve diğer kadın tenisçiler kendi turnuvalarını düzenlemeye karar verirler. Bu durum sonrasında kadın ile erkek arasında güç farkının olduğuna dair tartışmaları beraberinde getirir. Bu krizden fırsat yakalamaya çalışan eski şampiyonlardan Bobby Rings (Steve Carell) karşısına çıkan her kadın tenisçiyi yenebileceğini iddia eder. Bunun üzerine kadın ile erkek arasındaki rekabet üst noktalara varacaktır.

 

Stone ve Carell Başarılı Oyunculuklarıyla Dikkat Çekiyor

Günümüzde dahi hâlâ akıllara gelen bu tartışmalı olaylar silselesi, tenis dünyası adına devrim taşıyan sonuçları getirmişti. Kadın hakları adına önemli adımların atıldığı bu olay, bir nevi spor dünyası için simge teşkil ediyordu. Nitekim modern dünya zamanla kendini şekillendirerek ortaya çıkan bu ikilikleri kendi içinde düzenlemeyi başardı. Ancak film bu konunun ilgi çekici yanına yöneliyor. Kadın ile erkek arasındaki rekabetin kitlelerce daha çok ilgi göreceğini bilerek hesaplı hareket ediyor.

Film de bu açıdan klasik Hollywood başarılı senaryo formülünden ilerleyerek sorunların nasıl çözüldüğüne odaklanıyor. Film için son derece planlı bir film diyebiliriz. Film birbirinden farklı konulara odaklanmak isterken kendi içinde dağıttığı konuyu, sonunda başarıyla toparlıyor. Tabii bu filmin risk almadığı anlamına da geliyor. Klasik memur yönetmen mantığıyla kotarılan yapım, gerçek yaşanan olaylardan pek sapmamaya çalışıyor. Olayın arka planında yaşanan dedikodular da filme dahil edilerek derinlik katılmaya çalışılmış.

Ancak filmin söylev açısından bazı sorunları var. Tamam, kadınları yücelten bir hikâye ile karşı karşıyayız ancak film alt metin olarak adeta kendine köstek oluyor. Bir kadının bir erkeği yenme fikri yüceltilse de, biraz erkek tarafını destekleyici bir tezin varlığı da film boyunca insanı rahatsız ediyor. En formda kadın tenisçilerle oynayacak kişinin, artık yaşlanmış ve şov amaçlı kitleleri bir araya getiren kibirli bir adam oluşu diyebiliriz. Yani bir kadının bu tip bir adamı yenmesi tam bir başarı sayılır mı? Feminist bir açıdan baktığımızda bir kadını başarılı kılan illa bir erkeği yenmesi midir? Bana kalırsa bu durum kadınlar için bir hakarete dönüşmekte.

Verilen Mesajlar Havada Kalıyor

Film net bir şekilde olmasa da LBGTQ haklarının da temsilini verip dönemin atmosferinde yasaklı bir durum yaratılıyor. Kadınların cinsel yönelimlerini bile kendileri belirleyemediği bir ortamda bir kadının bir erkeği yenmesinden bahsetmek açıkçası savaş olurken en sevdiğiniz takımın başının skoruna kızmaktan öteye gitmiyor.

Emma Stone ve Steve Carell harika bir makyaj altında son derece üst performanslar sergilerlerken ödül sezonunda adaylık almayı hak ediyorlar. Steve Carell’in çok da güçlü adayların olmadığı yardımcı erkek kategorisinde açıkçası rahat bir şekilde yer alması kulağa kötü gelmiyor. Nitekim Emma Stone’un da ödül sezonunda ismi duyulursa şaşırmayız.

Sonuç olarak bir dönemin önemli olaylarından birini konuyu zaman zaman savruk bir şekilde işleyerek anlatmaya çalışan Battle of the Sexes, yılın ortalama filmlerinden biri diyebiliriz. Kadın ve kadına değer veren herkesin filmin katharsis noktası için filmi izleyeceği kaçınılmaz bir gerçek olmasına rağmen film yeterince hikâyesini çarpıcı kılamıyor. Bu durum da izlerken sıkılmayacağınız ama film bittikten sonra akılda çok kalmayacak bir filmi servis ediyor. Filmi olayı merak edenler ve spor filmlerini sevenler için tavsiye edebilirim. Ancak filmin kendi içindeki anlam bozukluklarını kendi içinizde irdelemek seyircilere kalıyor.