30.05.2017
Karakter Mutfağı: Amélie Poulain
Sanki Peri Tozu Yutmuş Gibi
Sinema dünyasının içinde farklı yerlerde duran karakterlerden biri Amélie Poulain. Tıpkı babası Jean – Pierre Jeunet kadar kaçık ruhlu diye tabir ettiğimiz ve bir sokağın ortasında filan değil de kenarında köşesinde görebileceğimiz türden bir karakter. Baba Jeunet, bu ayaklarıyla değil hayal gücüyle yürüyen kızının evrende kaplayacağı yeri ölçüp biçerken, cetvelinin bir ucunu kendine diğer ucunu Audrey Tautou’ya değdirir. Aslında bu büyülü süreç Jeunet’nin bu dokunuşuyla başlar desek, masalda pek de abartıya kaçmış sayılmayız. Verilen bu karar ile hamuru iyi ve güzel olan her şeyle yoğurulan Amélie’nin kalıbı da bu tatlı hamuru taşıyacak ölçüde olur; ne bir eksik ne bir fazla.
Bu hikâyeye sarılarak elimizden hiç bırakmak istemeyeceğimiz bir zaman dilimine denk gelir Amélie ile tanışmamız. İçine düştüğümüz masal ve serüven arzusunun yerini daha dijital bir yaklaşıma bıraktığı döneme, milenyum çağımızın başlangıcına denk gelir bu tanışıklık. Yirmi iki yaşında biriktirdiği yirmi iki bini aşkın hayaliyle bu hayat dolu kadın, anında dostluğumuzu kazanır. Bizi yaşadığı sokaklarda gezdirirken bir yandan onun evrenine konuk oluruz bir yandan da hiç sönmeyeceğine kanaat getirdiği renkli balonlarını elimize usulca tutuşturur. Hayatını öyle bir toz pembe bavulun içine sıkıştırmıştır ki, tıpkı bu yürüyüş esnasında biz de onun gibi bu pembeliğin içinde bir rehavete kapılır ve onu pespembe bir dumanın içinde görmeye başlarız. Onu kusursuz bir haznenin içinde sadece ve sadece insanlara pamuk helva dağıtan ve sanki hayattaki tek gayesi bu imiş gibi bir resmin içine yerleştirme yanılgısı içine bile çoğu kez düşeriz.
Amélie, çarpıştığımız köşeden sonra kalkar kalkmaz hikâyesini dünden ya da öteden değil tam da çocukluğundan itibaren anlatmaya başlar bize. Çocukken olmayan bir kalp hastalığı yüzünden doktor olan babası tarafından hiç arkadaşı olmayan dostumuza daha bir sıkı yaklaşma ihtiyacı duyarız. Ancak bu durum onun dramatize bir şekilde başlayan hikâyesinden değil onun ona hiç yakınlık göstermeyen babasıyla kurduğu muayene temasları sonucunda bu durumu bile pudralayarak kabullenmesinden ötürüdür. Hikâyesinde adı sanı geçmeyen annesinin ise Notre Dame Katedrali’nin çatısından düşen bir kadının çarpması sonucu ölmesi bu baba – kızın yalnızlığını eş değer kılarken paylaştıkları düzlemi iki ayrı parçaya böler. Baba bu yalnızlığını eşine düzenlemekten hiç bıkmadığı bir anıt mezarla ötelemeye çalışırken, Amélie ise hayallerini besleyen bir caféde çalışarak bu yalnızlığını gerilere atmaya çalışır.
Aşk hayatında yaşadığı birkaç kaçamaktan sonra bu genç kadın artık âşık olmayı değil bu aşklara doğru giden tesadüfleri doğru bir şekilde birleştirmeye ve insanlara bu tesadüflerin sonucunu dağıtmaya başlar. Ama sadece aşkı değil aynı zamanda bu sonuca giden iyiliği de insanların avuçlarına bırakmak ister Amélie. Çünkü inandığı her şeyin bir yeri ucundan ya da kıyısından bu iyiliğe temas etmektedir. Bu postacılık görevini ise kendine ikinci bir iş olarak benimsemeye başlaması bulduğu küçük bir kutu ile olur. Kutunun bilinmeyen birilerinin çocukluk anılarını sakladığını ve o kişiyi bulup kutuyu teslim ettiğinde pek tabii bir iyiliği daha evrene serbest bırakacağına inanan yol arkadaşımız, bu esnada ne kutuya ne de yeni amacını sekteye uğratacak bir girişimin olmasına tahammül edemez. Paris sokaklarında bu kutunun sahibini ararken bir anlamda da bulunduğumuz zaman kavramından hem onu hem de bizi soyutlayan pek çok şeye rastlarız. Bir an yanılgıya düşüp kendimizi bu anlamda sorgulasak da sanki bu atmosferi bozmak istemezmişçesine Amélie bizim kadar bu pek çok şeyin üzerinde durmaz. Durmadığı bu ayrıntıların peşinde adım adım değil, koşarak ancak yetişebildiğimiz karakterin o zamana ait olmayan varlığında yeni bir yalnızlık daha hızla şişmeye başlar. Tıpkı kutunun sahibi olduğunu öğrendiğimiz Nino ile olan garip tesadüflerimizde Amélie’nin karşısına çıkan “birilerinin peşinden koşarken kendi yalnızlığını unutmak” söylemini, başka bir boyut katmaktan öte destekler nitelikte olur. Ancak şu ya da bu olsun, dönem ne olursa olsun ve hatta bir kaos vuku bulsun; bu kaosu bile perdeleyecek saflıkta bir mucizenin kol kola gezdiği ve elini hiç bırakmak istemeyeceğimiz bir yol arkadaşı Amélie Poulain.