19.04.2017

O AN: Poesia sin fin

Şiir gibi akan bir başyapıt

Alejandro Jodorowsky’un nevi şahsına münhasır sinemasının son şaheseri hatta belki de en büyük şaheseri olan Poesia sin fin, yönetmenin kendi biyografisi olan üçlemenin ikinci ayağı. La danza de la realidad ile kendi çocukluğuna bakan Jodorowsky, şimdi de belki de hayatının en renkli, en sıra dışı, en dopdolu yıllarına, gençliğine uzanıyor Poesia sin fin ile. Şilili Jodorowsky, cinsel hayata adım atmasından ailesinden kopmasına, kendini tanımasından şair olmaya karar vermesine, sanat dünyasına karışıp ülkesinden kopmasına kadar gençliğin ateşiyle ard arda karşılaştığı dönemeçlerin hepsine kamerasını döndürüyor. Renklerin, sanat eserlerinin, sanatçıların, müziklerin, politikanın ve daha nicelerinin perdede layığıyla temsil edildiği şiir gibi akan bir başyapıt olan Poesia sin fin’in en unutulmaz anlarından birisi karakterimizin aile bağını kırdığı sahnede vuku bulmaktadır kuşkusuz.

Alejandro bir yandan kendini bir yandan ailesini tanır

Alejandro (Adan Jodorowsky) özellikle ergenlik yıllarında babasının istekleri ile kendi isteklerinin farklılık arz ettiğini, anne ve babasının yaşayışı, hayattan beklentileri vs gibi birçok noktada ayrı düştüğünü anlamıştır. Ne başına gelen her şeyi tevazu ile karşılayan, kendi dünyasında yaşayan, oldukça pasif annesi ile ne de aşırı despot, aç gözlü, acımasız babası ile hiç mi hiç ortak noktası bulunmamaktadır. Alejandro bir yandan kendini bir yandan da ebeveynlerini tanımakta, aradaki uçurumu gün geçtikçe daha da net görmektedir. Bu süreçte Jodorowsky, annesi ile babasını şaşılacak derecede acımasız olarak çizer. Hatta elinden geldiği kadar karikatürize eder onları. Peki, Alejandro, bu noktada aile kavramına nasıl bir tavır ortaya koyacaktır.

Alejandro farklılıklarından dolayı aforoz edilir

Alejandro, bir aile toplantısında ilk kez şair olmak istediğini dile getirir ve tahmin edileceği üzere başta babası olmak üzere aile bireyleri tarafından ciddiye alınmaz. Kâğıt oyunu oynamak için masada buluşan aile bireyleri bir nevi çıkıntılık yapan ve henüz birey yerine konulmayan Alejandro’yu bahçeye aforoz etmişlerdir. Tıpkı saflığı nedeniyle annesini koltukta örgü örmeye layık görmeleri gibi. Ne de olsa kumar masasında oturanların her biri sahtekâr, yalancı riyakâr ve son derece küstah kişilerdir. Yani en azından Jodorowsky, onları böyle görmektedir. Üstelik bu cinsel tercihlerini saklayan, birbirlerinin yüzüne tonlarca yalan söyleyen, birbirlerinin arkasından iş çeviren, inandıkları dini bile para gibi türlü zevklerine ortak etmekten çekinmeyen aile bireylerine iyi bir ders vermeye karar verir.

Alejandro’nun hayatının ilk ve en önemli özgürleşme hareketi

Ailenin bir nevi temsili olan ağaca, eline geçirdiği baltayla büyük bir zevkle darbeler indirir. Her bir darbesi aslında ağaca değil de aile bireylerinin örümcek beyinli kafalarına, geleneklere, aile kurumuna iner. Jodorowsky, aile kurumunu kutsayan klasik sinema kodlarının aksine, ona sırt çevirmekle kalmayan, onu cezalandıran bir sinema ile bizleri buluşturur. Alejandro, belki ağacı tam olarak müdahaleler sonucu ortadan ikiye ayıramaz ama güçlü bir darbeye maruz bırakır. Öyle ki ağaç yani aile bir daha asla eski sağlığında olamayacak ve gittikçe çürüyecektir. Bu da Şili’nin faşist bir diktatörü alkışlarla iktidara getirecek kadar hastalıklı bir toplumun oluşmasına kadar sebebiyet verecektir.  Zaten bu son da Alejandro’nun, ilerleyen yıllarda çok daha büyük bir yol ayrımına gelmesinin sebebi olacaktır. Lakin Alejandro’nun hayatının ilk ve belki de en önemli özgürleşme hareketi unutulacak gibi değildir.