09.06.2021
Aşk, Büyü, vs.: Sunulan Normale İsyan Eden Aşk
Kuş sesleri, dalgalar, deniz… Ada vapuru… Bir kadının aşkına dair hisleri. “Dünyada kimse kimseyi böyle özlememiştir. Her yerine hasretim… Ellerine, teninin inceldiği yumuşak yerlerin, tüylerin…” Vapurdan uzaklara bakış. Gene kadının sesi, “Hâlâ içimdesin…“ diyor. Ada’ya iniyoruz. Karakterlerin ilk karşılaşması. Bir ıslık melodisi ne kadar uzağa götürebilir anıları?
Aşk, Büyü, vs.’de Reyhan ve Eren’in hikâyesine tanıklık etmek kalabalıklar içinde yaşanan hikâyelerden sadece birisini anlatıyor bize. Onlar iki genç kızken kendilerine sunulan normale isyan ediyorlar ama toplumun onlar için hazırladığı hayat her ikisini de farklı yönlere savuruyor. Ben burada bu anda yaşadığımı bilirim gibi bakıyor Reyhan Eren’e ilk anda. Reyhan çocuk ve aptal olduğuna kendini inandırıp hayatına devam etmiş. Edilir tabiî ki. Çaresizsen yaşamın normalinin karşısında. Hatta bir büyüden bile medet umabilirsin. Bir yol boyu geçmişi adım adım hem kendilerine hatırlatıyorlar hem de izleyiciye hikâyenin geleceği hakkında bilgi veriyorlar. Reyhan’ın Eren’i evine davet ettiği sahneye kadar izleyici hikâyeye dahil oluyor ki bu da filmin yaklaşık on birinci dakikasına denk geliyor. Bu noktada okunan ezan adeta tüm olanların neden bugün Reyhan ve Eren’in bu noktada olduğunun bir göstergesi gibi.
Bir Islık Melodisi Anılarla Nasıl Yol Alır ?
Ümit Ünal Aşk, Büyü, vs. filminde iki kadın arasındaki aşka odaklanıyor. Bu aşkı Selen Uçer ve Ece Dizdar’ın canlandırdığı Reyhan ve Eren karakterleriyle anlatıyor. Filmin her iki başrol oyuncusu da sadece ne kadar iyi oyuncu olduklarından öte filmin hikâyesine ne kadar inanmış olduklarını da gösteriyorlar izleyiciye. Ayrıca tabii ki oyuncular ve yönetmen arasındaki uyum da çok açıkça hissediliyor. Ekibin bu uyumu dinlediğim söyleşilerinde de dikkatimi çekiyor.
Film, cinsel yönelimin iki kadın arasında da olabileceğini son derece doğal bir dille veriyor. Sunulan normale isyanı buradan geliyor. İki kadının kendi aralarında geçmişe yaptıkları anılar yolculuğuyla bir toplumun değer yargıları, insanlarına dayandırdıkları, aralarında sınıfsal farklar olan kişilerin hayatlarının nasıl pamuk ipliği misali değişebileceği Reyhan ve Eren’in bir günde yaşadıklarıyla gözler önüne seriliyor.
Yeşilçam’ın klişesi “Zengin kız fakir oğlan” aşkından beri bu anlamda değişen pek bir şey yok ama aşk her daim her durumda galip geliyor. Her ne kadar Reyhan, “Tanımak istemezsen tanımazsın, belki de tanıyasım yok… Hatırlamak istemiyorum seni” dese de, anlamsız bakışlarıyla Eren’e önceleri boş boş baksa da gene o şarkıyı söylüyor ona: “Güzel bir göz beni attı bu derin sevdaya. Benziyor şimdi benim ömrüm uzun rüyaya. Yâri karşımda görsem de dalarım rüyaya”. Burada film iki aşığın duygularıyla o kadar iç içe giriyor ki artık tenin tene değme vakti. Görsel ve duygusal olarak etkileyici bir planla karşı karşıyayız.
Bir Film Özgür Olabilirse İşte O Aşk, Büyü, vs.
Bir filmi özgür diye tanımlayabilir miyiz ? Evet tanımlayabiliriz. Değer yargılarından, toplumsal kanıksanmış gerçeklerden, gelenek ve göreneklerin yaptırımlarından uzakta sadece hayal dünyamıza açılan pencereleri takip ederek okyanuslara ulaşan bir düşünce dünyasının ürünü olabilen bir film var karşımızda: Aşk, Büyü, vs.
Oyuncular Ece Dizdar ve Selen Uçer de tıpkı anakaradan bindiğimiz vapurla adaya giderken aldığımız soluk gibi özgürce oynuyorlar. Sevişmeleri birbirlerinde buldukları aşkı, duyguları, sevgiyi izleyiciye geçiriyor. Yıllar sonra da olsa konuşarak, birbirlerini anlayarak, anlatarak kendiliğinden akıp giden bir nehrin sularına kapılmak gibi birleşiyor dudakları. Bir insanı gerçekten sevmek, değer yargılarından uzak, öğretilerden uzak, sadece o olduğu için sevmek de böyle bir şey değil mi ? Özgür olmak bu anlamda ne kadar iyi gelir insana. Bu özelliğiyle Aşk, Büyü, vs. filminin sinema dünyamızda yeni bir pencere açarak sadece yönetmen Ümit Ünal’ın filmografisinde değil sinemamızda da kalıcı bir yer edineceğine eminim.
Filmin Mekânı Olarak Ada
Filmin mekânı olarak hem anakaradan uzak hem de onun bir parçası olan adanın seçilmesinin yönetmen Ümit Ünal’ın birçok söyleşisinde söylediği gibi onun hayatıyla ilgili özel yanları var ama hikâyeye katkısının önemli olduğunu düşünüyorum. Tıpkı hem şehir hem değil, ağaçlarıyla, tahrip olmamış doğasıyla ( neyse ki henüz hâlâ özelliklerini koruyan adalarımız var) ada gibi Eren ve Reyhan da hem yaşadıkları toplumun insanları olarak o topluma ait özellikleri barındırıyorlar hem de ondan çok farklı iki kişi olarak yaşamaya çabalıyorlar. Öte yandan yıllanmış ağaçlarıyla, iskelesiyle, eski evleriyle, gün batımıyla, Aya Yorgi tepesiyle ada görüntülerini izlemek özellikle bu pandemi günlerinde ayrı bir keyif.
Filmde de yazıda da Reyhan ve Eren’e odaklandım ama ikisinin etrafında başka karakterler de var. Bunların arasında Ayşenil Şamlıoğlu’nun hep hayran olduğum oyunculuğu bu filmde de kendini gösteriyor. Bir de Gökhan karakterine değinmek istiyorum. Yönetmen bunları düşündü mü bilemem ama Reyhan’ın bu dünyaya yalnız tutunamayacak bir durumda olması gayet anlaşılır. Ayrıca Gökhan karakterinin filmin umutlu ya da umutsuz diye tanımlayabileceğimiz bir mesaj içermesinde önemli bir rolü var. Gökhan’ın davranışına göre film başka bir duyguyla bitebilirdi. Böylesi çok daha iyi olmuş. Reyhan ve Eren’in geleceği her izleyicinin düş dünyasında başka başka yollara girecektir. Dilerim tüm derin sevdalar özgürce, güzel rüyalar gibi yaşansın.