07.12.2024

Bir Salyangozun Anıları: Yılın En Hüzünlü Filmi

                                                                                                                                                      Konuk Yazar: N. Levent Tanıl

Bazen etrafına şöyle bir bakarsın ve her şey anlam verilemeyecek derecede bulanık görünmeye başlar. Yakınında duran insanlarla temas kurmaya yeltenmez, ulaşacağın sonuçların olasılıkları bile hayalindeki mutluluklara çok uzak konumlarda olur. İçinde sürekli atman gereken adımlar vardır ve bu konuda ne yapacağına dair çaresiz ve bitkin kalırsın. Anlatmak ya da yazmak istediklerin için doğru kelimeleri bulamaz, ‘’insanım’’ dediğine yasla duyulan özlemle birlikte daha da sessizliğe bürünürsün. Bir Salyangozun Anıları (Memoir of a Snail) bu sessizliğe bürünen hüznün filmi.

Adam Elliot, daha önce anlattığı Mary and Max’te içe kapanık dünyalara sahip karakterlerini yaşama tutundururken onları gerçek olan saf hisleriyle yüzleşecekleri uzun bir yolculuğa çıkarmıştı. Açıkçası bir animasyon filmi için biriktirdiğim beklentilere kıyasla çok farklı, çok tarifsiz bir konum oluşturmuştu bu film benim duygularımda. Aradan geçen uzun yıllar ise tek bir filme imza atıp sessizlik sarmalına bürünen animatörün bizlere bir başka muazzam işi Bir Salyangozun Anıları ile geri dönmesine vesile oldu.

Çaresiz Kabullenişler ve Ufak Tefek Sürprizler

Doğum anında annelerini kaybeden, engelli babalarıyla birlikte yaşarken kendilerini mutlu edecek küçük detaylara ve en önemlisi de kardeşlik bağlarına tutunan çift yumurta ikizi Grace ve Gilbert’in hayat karmaşasına tanık oluyoruz. Grace’in anlatıcı görevini üstlendiği bu el yapımı stop motionda duygular sözsel olduğu kadar görsellikle de yoğun bir denge kuruyor. Elliot’un tıpkı Mary and Max’te yaptığı gibi tarifsiz boşluk içerisine sürüklediği karakterler bir şeylerin yolunda gitmesi adına adım atmaya çalışsa da çaresizce kabullenişleri içinde çırpınıyor.

Filmin odağının salyangoz olduğuna bakmayın, esas kahraman salyangozları hayatının merkezine alan Grace. Babasının ördüğü salyangoz gözlü şapkasını film boyunca başından çıkarmıyor. İçine düştüğü yoğun yalnızlık ise duygularını her dile getirisinde ve kardeşi Gilbert’e yazdığı mektupların her satırında bizi kendisine daha fazla çekmeye başlıyor ve onun hüznüne ortak olmaktan başka çare bulamıyoruz. Gilbert ise hayata tutunmasını sağlayan ikizinin yazdıklarıyla ona kavuşacağı günlerin hayallerine tutunuyor.

Film bir animasyon yapımına kıyasla çekincesizce sunduğu kasvet sekanslarında bize nefes alacak ufak tefek sürprizler de sunuyor. Özellikle kahramanların okuduğu kitaplar, izledikleri filmler ve yapılan ufak tefek göndermeler, ölümle sarmalanmış hikâye içinde kısa nefes alışlara vesile oluyor. Üstelik yine herhangi bir animasyonda rastlanılması çok güç olan swinger, fetiş fanteziler, din istismarı ve travmatik ölümler gibi ciddi temalar üzerinde hem de gelişigüzel değil yoğun biçimde durulmuş. Bunu yaparken de bazen absürt bir tavra bürünmesi de mevcut durumları bir animasyon yapımı için kabullenebilir seviyelere taşıyabilmiş.

Yönetmenin Kişisel Yaşamından Detaylar

Burada esas can alıcı nokta ise yönetmenin hissi açıdan tanımladığı detayların olabildiğince insani kalması. Çoğu animasyon yapımı gücünü fantastik olay örgülerinden alarak ulaşılan sonuçları dünyevi bir gerçekçiliğe yerleştirir. Bu filmdeyse tamamen gerçek hayatın içinde denk gelebileceğimiz insani zaaflar, kazalar ve var olan yalnızlıklar söz konusu. Ki bu noktada sanırım ilk 10 dakika içerisinde karakterlerin dertleri bizlerinde de bir derdiymişçesine insanın içine işliyor ve film el yapımı bir animasyon imajından kurtularak o gerçekçi tarza bürünüyor.

Metaneti yaşam biçimine dönüşmüş, kadersel anlamda kabullenişlerle ilerlettiği hayatında küçük bir kız çocuğunun giderek yetişkinliğe bürünen öyküsünü izlemiş oluyoruz. Yönetmenin kişisel yaşamından fazlaca detaylar olduğu epey belli olan filminde el emeği kuklalar üzerinden harika bir dünya ortaya çıkmış. Sabır ve bence deli işi işleyen çekim süreci esnasında bir sahne için harcanan saatler ortaya unutulması güç bir anlatı çıkarmış. Ki burada seslendirme ekibine de ayrıca parantez açmak gerekiyor. Succesion’da fazlaca kendini gösteren Sarah Snock, Grace’i seslendirirken onunla kuracağımız bağlara daha çabuk ulaşmamızı sağlayacak türde bir performans ortaya çıkartıyor. Bunun yanı sıra Jacki Weaver, Eric Bana, Nick Cave ve Kodi Smit–McPhee gibi önemli isimler filmin dublaj kanadında harika performanslar gerçekleştiriyor.

Aslında bitmesi gereken bir rüyanın olabildiğince duru ve insanın içine işleyen tarifsiz bir hüzünle yansıtılması gibi bir film. Ölümle dolup taşan hikâyesinden bir şekilde umut alabilecek anlar yakalatıyor izleyicisine. İkiz kardeşler arasındaki bağ, yaşanan olası kayıpların vereceği manevi ve fiziksel sonuçları ve en önemlisi de hayata karışmak ile karışmamak arasında gidip gelen insanların atması gereken adımlara denk geleceksiniz bu filmde. Yılın en hüzünlü sinema olayı…