29.05.2017

Bulantı: Kan Kaybeden Sinemanın Kibirle İmtihanı

Türk sinemasının önemli yönetmenlerinin yeni filmleri art arda gelirken, bu yönetmenlerin arasında kendine yer bulan Zeki Demirkubuz’un yeni filmi de görücüye çıktı. Zeki Demirkubuz filmlerini ikiye ayırabiliriz. Birincisi başkalarının hikâyesini anlattığı filmler, diğeri ise kendini anlattığı filmler. Bulantı ikinci sınıftan, yani kendinden parçaları anlattığı filmlerden biri olarak dikkat çekiyor.

Filmin konusunu hiç dolambaçlı yollara girmeden kabaca şöyle anlatabiliriz: Ahmet ismindeki adam, karısının ölümüyle hayatın içinde kendince bir boşluğa düşer. Hayatından farklı kadınlar geçer, ancak yine de aradığını bulamaz. Bu sıkıntılar geçici midir, yoksa elbet bir gün ferahlığa kavuşacak mıdır?

Filme kabataslak baktığımızda yönetmenin diğer filmleriyle karşılaştırırsak; Bulantı’yı Yeraltı ve Bekleme Odası filmlerinin bir karışımı olarak adlandırabiliriz. Yönetmenin daha önceki filmlerinde defalarca kullanılan planlar, kapılara anlam yükleme çalışmaları -ki genelde kendisi kapılara anlam yüklediğini reddeder- Dostoyevski’den alıntılar filmdeki yerlerini almışlar. Bu bakımdan Bulantı’ya tipik bir Zeki Demirkubuz filmi dersek yanılmayız.

Yönetmen alter egosu olarak kullandığı oyuncularını, bu filmde bir kenara atarak kendini başrole yerleştiriyor. Hatta başrole kendini yerleştirmekle kalmıyor; gerçek hayattaki karısı, çocukları ve akrabaları da irili ufaklı rollerde filmin içinde varlıklarını sürdürüyorlar. Hatta kendi evini, zaman zaman gittiği mekânları dahi filme dâhil etmeyi ihmal etmiyor. Yani anlayacağınız bu sefer kendinden yeni bir parça anlatırken, odak noktasına direkt kendisini yerleştiriyor. Akıl oyunlarıyla, hayatının yansımasını başkalaştırmaya çalışıyor. Bu yüzden de Bulantı için en kişisel filmi olduğunu söylüyor. Bunu daha önce “Bekleme Odası” filminde de gerçekleştirmişti. Ancak kendisinin en sevdiği filmlerden biri olsa da izleyiciler bakımından çok iyi sonuçlar elde edememişti. Bekleme Odası’nda da oyunculuğu denemiş ancak hikâyeyi Bulantı’daki kadar kişiselleştirmemişti.

Bulantı bir bakıma, entel görünmeye çalışan bir film olarak dikkat çekiyor. Ancak bunu yaparken aslında entel tipleri eleştirdiğini düşünen bir yapıya sahip… Ancak bunu kendi içinde yediremediğinden diyaloglar ve hikâye kurgusu çok havada kalıyor. Daha çok geliştirilmesi gereken bir hikâyenin çiğ bir şekilde sunulduğunun düşünülmesine neden oluyor. Bu duruma özensiz görüntü yönetiminin de eklenmesiyle film kendi kendini sabote ediyor.

Örnek vermemiz gerekirse; bağımsız tarzıyla övünen Demirkubuz, adeta öğrenci filmlerini andıran bir çiğliğe sahip görüntü yönetimiyle seyirciyi rahatsız eden bir konuma düşüyor. Bu kadar film çekmiş bir yönetmenin sinemasını geliştirmeye çalışmaması, her filminde daha iyisini istediğimiz biri için beklentilerin hayal kırıklığına dönüşmesine neden oluyor. İşte bu yüzden de çoğu insana göre Nuri Bilge Ceylan kompleksi onu yiyip bitiriyor. Bu filmin içindeki entel kesimi eleştirme sevdasının dört dörtlük bir metinle birleşmesi sonucunda Kış Uykusu gibi bir film çıkarken, Demirkubuz yazdığı senaryoyla seyirciyi ancak güldürebiliyor. Dramatik hikâye yapısına sahip bir filmin seyirciyi güldürmesi ne kadar iyi olabilir, artık gerisini siz düşünün.

Bulantı, son bölümlerinde yine Nuri Bilge Ceylan sinemasını taklit etmeye çalışıyor. Özellikle mumlu sahnelerde, Bir Zamanlar Anadolu’da filmini hatırlamayan yoktur. Çünkü Bulantı isteyerek de olsa, istemeyerek de olsa bu sahneleri tekrardan canlandırıyor. Neticesinde de kötü bir finalle seyircinin beklentilerini karşılayamıyor.

Filmin erkek karakteri, feminist izleyicileri de kızdıracak gibi görünüyor. Çünkü yaratılan ana karakter, hayal ettiği her tür kadına sahip oluyor. Sonrasında da onlara acı çektiriyor. Bunu yaparken, varoluşun içinde kaybolduğunu bahane etse de aslında bilinçaltındaki ergenlik fantezilerini gerçekleştirmekten öteye gitmiyor. Bu yüzden de farklı şekilde çizilen kadın portreleri aslında kendine yakın olmayan, elde edilmesi güç duran kadınlardan seçilmiş.

Gelelim filmin magazin boyutuna. Film gösterime girmeden önce yönetmen, Bulantı ismini neden kullandığıyla ilgili açıklamalar yapmıştı. Kimilerinin samimi bulduğu bu açıklamalar, kimilerine göre gereksizdi. Yönetmen açıkça filme isim koyamadığından Bulantı koyduğunu belirtmişti. Ancak filmin içinde o kadar çok “kibir” kelimesi geçiyor ki haliyle seyirciye filmin adını pekâlâ “Kibir” de koyabilirmiş dedirtiyor. Bir diğer nokta ise yönetmenin filmdeki sevişme sahnelerinden dolayı “oynayacak oyuncu bulamadım” demesi. Kendisi böyle düşünmüş olabilir ancak bu sahnelerden çekinecek hiçbir oyuncu olduğunu sanmıyorum. Rolü kendi oynamak istediğinden bu tercihine kılıf uydurmuş olabileceği akla geliyor.

Sonuç olarak aynı hikâyeleri, aynı planlarla, öğrenci filmi estetiğini bağımsız ilan ederek de olsa Zeki Demirkubuz yeni filmi Bulantı’yı kotarmayı başarmış. Fakat sinemasının kan kaybetmesine engel olamamış. Bir anlamda kendi egosunu tatmin etmiş bu filmde. Eski filmlerini izlemeyen seyirciler filmi beğenebilirler. Ancak yönetmenin filmografisine hâkimseniz, Zeki Demirkubuz’un bu sefer çuvalladığını fark edeceksiniz.