29.05.2017
By the Sea: Çökmüş Bir Evliliğin Son Çırpınışları
Sinema dünyasında çiftler denilince akla gelen ünlü çiftler vardır. Bunların başında da Brad Pitt ve Angelina Jolie gelir. Mr. & Mrs. Smith filminden sonra tekrar bir araya gelmeleri beklenen ünlü çift, sonunda Angelina Jolie’nin yönetmenliğini yaptığı By the Sea filmiyle bir araya geldiler. Herkesin aklında aynı soru vardı: Angelina Jolie yönetimindeki Brad Pitt nasıl bir işe imza atmıştı ve bu gözde çift kendi yapım şirketlerinin içinde uyum halinde çalışabilmiş miydiler? İşte bu sorunun cevaplarıyla yazının devamında beraber olacağız.
Öncelikle filmin konusuna göz atalım. Roland ve Vanessa Fransa’da bir sahil kıyısında mekâna yerleşirler. Bu huzurlu ve sessiz yer, Roland’ın yeni kitap çalışması için mükemmel bir seçim olacaktır. Ancak Roland’ın yazar tıkanıklığına girip kendini alkole vermesi ve Vanessa’nın nevrotik haliyle birleşen ilişki içi gerilim, bu ilişkinin sorgulanmasına neden olur. Yan dairedeki evli çiftin yaşamı ilgilerini çekmeye başlar. Bu çiftin yaşamı, kendi ilişkilerine ayna tutabilecek midir?
İlk iki filmiyle sinema çevrelerince yeterince ciddiye alınmayan Angelina Jolie, yeni filmini buna göre şekillendirerek tarzını farklılaştırma gereği duymuş. Yeni filminde benimsediği sinemanın usta isimleri Antonioni, Rossellini görüntüsüne bürünmeyi seçse de, bu konuda nitelikli olmayı başaramamış. Görsel tercihlerin anlatıma katkısından çok, göz boyama olarak adlandırmak en doğrusu olacaktır.
Film kurgu anlamında hantal bir şekilde, anlatıma çok da katkısı olmayan uzun planlarla maalesef sıkıcılık sınırlarında geziniyor. Jolie’nin canlandırdığı Vanessa karakterinin filmin içinde bolca hatırladığı geçmişin izlerini resmeden savruk görüntüler, istemeden de olsa filmin başında seyircinin filmin sonunu tahmin etmesine neden oluyor. Hatta bu görüntüleri seyircinin gözüne defalarca sokarak, seyirciyi iyice aptal yerine koyuyor.
Görsel bakımdan Avrupa sinemasına öykünen By the Sea, kabız hikâyesini canlandırmayı seçmeyerek, bir klişeler yumağının arasında nefes almaya çabalıyor. Özellikle alkolik eski günlerini arayan koca profili, kendi içinde intihara meyilli travmatik eş karakteri ile beraber sinemada fazlaca rastladığımız bir tıkanma evresine giriliyor.
Tam komşuların devreye girmesiyle beraber hikaye açılarak dengeyi bulacakmış gibi dururken, film ağzına kadar açılan kapıyı kapatıyor. Tüm yan karakterlerin sözde ustaca saklanan ana hikayeye bir dekor olarak konumlanacağını bildiriyor. Bu durum da filme beslenen umutların başka bahara kaldığını haber veriyor.
Film yan karakter kullanımı bakımından da sınıfta kalıyor. Özellikle muhteşem doğallıktaki oyunculuğuyla filmin belki de en iyisi olan Niels Arestrup’u kullanmayıp figüranlaştırması, bununla kalmayıp Melanie Laurent ve Melvil Poupaud’ın hikâyesini anlatmayıp, sadece arzu nesnesi haline getirmesi filmin kendi kendini yok ettiğinin canlı kanıtları olarak dikkat çekiyor.
Jolie, filmin içinde gerek oyuncu, gerekse yönetmen olarak o kadar kayıp ki; seyircinin Jolie’ye şu soruları sorması kaçınılmaz hale geliyor: Bu filmi sinema adına mı yaptın, yoksa kendi egolarının bir uzantısı olarak mı gösterime sokmayı hedefledin?
Filmin iyi tarafını görmeye çalıştığımızda ise sadece aklımıza gelen kısım, çöküşe doğru sürüklenen bir ilişkiye dair yer yer tespitler oluyor. Birkaç iyi replik ve bulunan mekânın görsel bakımından insanı rahatlatan etkisi… Sadece bu kadar!
Eksileri ve artıları topladığımızda elimizde kocaman bir hayal kırıklığı kalıyor. Ne Angelina Jolie rüştünü ispat ediyor ne de anlattığı hikâye seyirciyi tatmin ediyor. Sinema tarihinin ünlü çift fiyaskolarından Madonna ve Guy Richie’den çıkan Swept Away filmini akıllara getiriyor. Tamam, bu film onun kadar niteliksiz değil. Çok az olsa da olumlu yanları mevcut denilebilir. Ancak sonuç olarak baktığımızda var olmayan bir yönetmenin, film yapma başlığı altında ego tatminini izliyoruz. Belki de Angelina Jolie ve Brad Pitt’in gerçek evlerine yerleştirilecek kameralarla oluşturulan bir reality şov bu filmden daha ilgi çekici bir noktaya gelebilir. Filmde anlatılan çöküşe sürüklenen ilişkinin gerçek anlamdaki karşılığı, dibe batan bir sinema olarak yorumlayabiliriz.