22.05.2016
Cannes 2016: Geniş Özet
Cannes Film Festivali bu yıl görkemli seçkisiyle yine sinema dünyasının aklını başından aldı. Ana tablodaki filmler izlendi ve farklı kişilerin farklı favorileri öne çıktılar. Genel olarak eleştirmenlere göre ödül töreni öncesinde ana yarışma filmlerini inceleme şansımız oldu. Uzun uzun filmleri anlatmak yerine öne çıkan filmler ve çöküş yaşayan filmler üzerinden farklı teoriler ışığında bir değerlendirme yaptık. Şimdi sizi bu değerlendirmeyle baş başa bırakıyorum.
Bu seneki gösterimlerde dikkat çeken tablolardan biri izleyenlerin tutarsızlıklarıydı. Çünkü bir gösterimde yer yerinden oynarken, diğer gösterimde aynı filmi yerine batıranlar oldu. Bunun sonucunda da filmin kalitesinden çok, çevrenin tepkileri ilgi odağına dönüştü.
Yarışmaya döndüğümüzde özellikle öne çıkan iki filmin olduğu dikkatimizi çekiyor. Bunlardan biri Paul Verhoeven’in sonunda hayranlarını memnun edecek filmi “Elle” diyebiliriz. Isabelle Huppert’in yine döktürdüğü söylenen film sinemaya yansıyan tecavüz klişesini tersyüz eden oyunbaz bir film olmasıyla ilgi çekiyor. Senaryosundaki alaycı kimi tavırlar jürinin aklını çelebilirse ödül gecesinden mutlu ayrılanlardan biri olabilir.
Festivalin başından itibaren her kesimden insanın favorisi haline gelen Maren Ade’nin “Toni Erdmann” filminin törenden ödülle ayrılması çok büyük bir ihtimal olarak gözüküyor. Film dram – komedi karışımı bir film olmasından dolayı jüriye hafif gelebilir. Bu yüzden de en iyi filmi alır mı şüpheli denilebilir. Ancak en kötü diğer ödüllerden birini kapacağı aşikar görünüyor. Zaten Fipresci ödülü alarak iddialı olduğunu da şimdiden kanıtladı. Tabii en kötüyü düşünürsek başrolündeki Peter Simonischek’in erkek oyuncu ödülüyle bu filmi susturmaları da söz konusu gözüküyor.
Bu iki film öne çıksa da, aslında ödüle en yakın filmlerin Romanya sinemasının gözbebekleri sayılan yönetmenleri Cristi Puiu ve Christian Mungiu’nin yeni filmleri büyük ödül yarışında tercih edilebilecek filmler olarak lanse ediliyorlar. Yarışmalı bölümün en uzun filmi olan Puiu’nin “Sieranevada” filmi, gösteriminin ertesinde beğeniyle karşılandı. Son yıllarda uzun filmlerin de ödülle kucaklaşma yüzdelerinin fazlalaşmasını da hesaba kattığımızda film gizli favorilerinden biri olarak yarıştaki yerini alıyor.
Mungiu’nun filmi “Bacalaureat” ise dikkat çekici fragmanıyla merak düzeyini üst noktalara taşımayı başarmıştı. Buna ek olarak sinema çevreleri tarafından da kucaklanmasıyla beraber film bu yılın gizli de olsa en büyük favorilerinden biri haline geldi. Özellikle puan tablolarından üst sırada yer alan iki filmden birinin komediye yakın durması, diğerinin ise gerilim filmi olması nedeniyle Bacalaureat, Cannes gibi büyük yarışmalarda büyük ödülü alabilecek ağırlıkta bir film olarak düşünülüyor.
Törenden ödülle ayrılma ihtimali olan filmlerden Jim Jarmusch’un “Paterson”’u ise senaryosundaki kimi basitliklere rağmen sevilen bir film olarak üst basamaklardaki yerini aldı. Adam Driver’ın performansı ile erkek oyuncu kategorisinde ya da yönetmen kategorisinde tutunması muhtemelen olan film, diğer dört adaya göre birkaç adım geriden yarıştaki varlığını hissettiriyor.
Beğenilen filmlerden Kleber Mendonça Filho’nun filmi “Aquarius” festivalde kıyametler koparmasa da, ödül verilmemesi halinde hakkı yenecek filmler listesinde yer alıyor. Jüri filme aşık olmadığı takdirde Jüri Özel ödülü gibi bir ödülle mutlu olabilir. Tabii film içi performanslara bağlı olarak oyunculuk ödüllerinden birini alması sürpriz olmayacağı gibi, her filmin tek bir ödül alma kuralı yüzünden liste dışı da kalabileceği aşikar bir durum olarak gözlerden kaçmıyor.
Favori filmleri bir kenara bırakırsak diğerlerine göre daha orta düzeyde beğeniye ulaşan filmleri hızlıca geçebiliriz. Alain Guiraudie’den “Rester Vertical”, Almodovar’dan “Julieta” ve Bruno Dumont’dan “Ma Loute” eli yüzü düzgün filmler olarak tanımlansa da, ödül töreninde oyunculuk ödülü dışında ödül aldığı takdirde sürprize imza atacak filmler olarak geçiyorlar. Hatta bu filmlere ek olarak aynı kaderi paylaşması muhtemel Ken Loach’un son filmi “I, Daniel Blake” ve Jeff Nichols imzalı “Loving” de sıralanabilir.
Festivalin yarışmalı bölümünde en son gösterilen Ashgar Farhadi imzalı “The Salesman” ise önceki filmlerinin gerisinde bir film olsa da, belli bir standartı bozmayan filmlerden biri olarak nitelendirildi. Genel olarak orta düzeyde bulunan bu yapımlar, jürilerin insiyatif kullanması dışında ödül potasından uzak duracak yapımlar olarak adlandırılıyorlar.
Birazcık da ödül yarışının dışına çıktığımızda ana yarışmanın hayal kırıklıklarını görüyoruz. Festivalin en nefret edilen filmi yıldızlarla dolu kadrosuna rağmen Sean Penn’in “The Last Face” filmi oldu. Geçen seneki yarışmada mezarı derin kazılan Gus van Sant filmi “The Sea of Trees”’ten bir gıdım iyi eleştiriler alsa da, aynı kaderi paylaşması muhtemel olan yapım, bu senenin facialarından biri olarak anıldı. Sosyal sorumluluk projesine aşk hikayesi serpiştirilmiş hali denilen film, bu yılın derin gömülen filmlerinden biriydi.
Genç yetenek Xavier Dolan’ın “Juste La Fin De Monde” filmi ise yönetmenin en kötü filmi olarak ilan edildi. Filmin karmaşık yapısının dağınıklığından dolayı toparlanamadığı, bu durum yüzünden de filmin deneysel filmlere döndüğünü söyleyen çoğu kişi, daha şimdiden yönetmenin yeni filmini çekerek bu durumu düzeltmesini bekliyorlar. Dolan ise filminin beğenilmemesi üzerine eleştirmenleri zevksizlikle suçlayan bir tabir kullansa da, söyledikleri filminin kötü şöhretini maalesef örtemedi.
Brillante Mendoza’nın “Ma’ Rosa” ve Nicole Garcia’nın “Mal De Pierres” filmlerinin ana yarışmada varlığı sorgulanan ve yan bölümlere kaydırılsa bir şeylerin kaybedilmeyeceği söylenen yapımlar arasındaydı. Eleştirmenler iki filmi de verdikleri düşük puanlarla lanetlediler.
Yirmi bir filmin geride kalan diğer filmleri ise bu seneki Cannes Film festivalinde karışık tepkiler aldıklarından dolayı, ödül yarışında çok da adı geçmeyen filmler olarak değerlendiriliyor. Senaryo ya da Jüri Özel ödülü alırlarsa öpüp de başlarına koymaları gerektiğini söyleyenler var. Bu filmler arasından Chan-wook Park filmi “The Handmaid, Mademoiselle”, Olivier Assayas filmi “Personal Shopper”, Nicholas Anders Refn filmi “The Neon Demon”, Andrea Arnold filmi “American Honey” ve Dardenne kardeşlerin son filmi “The Unknown Girl”, ülkemizde Filmekimi zamanı izleyiciler arasında büyük hitlere dönüşecek ve bu filme nasıl ödül verilmez denilecek filmler arasında söyleyebiliriz.
Sonuç olarak 2016 yılındaki Cannes Film Festivali ödülleri yine sahiplerini bulacak ve sinemaseverlerin ilgisini çekecek filmler yavaş yavaş izleyicilerine kavuşacaklar. Ödüllerden çıkan sonuçlara göre bazı ödüller haksız bulunurken, bazıları ise filmin sevenleri tarafından coşkuyla kutlanacak diyebiliriz. Böylelikle bir Cannes Film Festivali’nin daha sonuna geliyoruz. Bakalım törenden kimler güler yüzlerle ayrılacak? Biz ise sinemanın keyfini yaşamaya devam edeceğiz.