30.05.2017
ELEŞTİRİ: Çekmeceler
!f İstanbul’un “Digiturk Galaları” bölümünde karşımıza çıkan ve ilk gösterimini de bu festivalde gerçekleştiren “Çekmeceler”; Caner Alper ve Mehmet Binay ikilisinin birlikte çalıştığı ikinci film. 2012’de “Zenne” ile başlayan yolculuklarına üç yıl aradan sonra sundukları Çekmeceler ile devam eden ikilinin özellikle karakter yaratma konusundaki başarıları bu filmde de devam ediyor. Ancak müzikler, isimler ve yıldızlar üzerinden kotarmaya çalıştıkları Zenne’deki açıklar; bu filmde de farklı unsurlarla hissediliyor ve ilk filmde olduğu gibi izleyiciyi çoğu kez filmden koparıyor; beğeniyi aşağılara çekiyor.
İlk filmlerini de !f’in geçmiş senelerdeki programlarında deneyimleme fırsatı yakaladığımız yönetmenler; bu filmde de oyuncuları ışıklı ve şaşalı diyebileceğimiz bir atmosfer içinde sunmakta. Algıyı çektikleri bu yönde bir de “yaşanmış bir öyküden esinlendik” ibaresi ile araya bir yerlere iliştirdikleri bazı tıbbi literatür ögeleri (örneğin; EMDR) ve edebiyat kokan ama edebiyatı yansıtmayacak derecede saydam ve yüzeysel kalan edebi şahıslar filme eklenince; ortaya sadece yapay bir kolaj çıkıyor. Shakespeare, Faulkner, Çehov vb. daha pek çok edebi figürü devamlı ve art arda verince “yeter artık” diye çığlık atasınız geliyor. Bu benzeşimler arasında az önce sıraladıklarımız arasında kuşkusuz en göze çarpan ama batmayan metafor ise; her ne kadar klişe de olsa Medusa karakteri.
“…İşte Kadınlar O Zaman Yazarlar…”
Öykünün üç bölüme ayrılarak “Kilitler”, “Çekmeceler” ve “Anahtarlar” diye sıralandığı filmde; zaman dilimi olarak 70’lerin sonu ile 80’lerin başından günümüze kadar uzanan bir aralık seçiliyor. Kilitler ile başlayan öyküde, Deniz (Ece Dizdar) karakteri çevresinde gelişen olay örgüsünde ilk etapta onun çocukluk yıllarına iniyoruz. Deniz’in okul sıralarında mitolojiden örneklerle desteklenen ders esnasında, yazma eğilimine temel oluşturan ders anlatısına kulak kabartıyoruz. “…İşte kadınlar o zaman yazarlar…”
İleri sarmalar ve geri dönmelerle yol aldığımız filmde, her ne kadar Deniz’in yaralar bereler içinde hastaneye kaldırılışına şahit olup genel geçer bir doğrudan yorum yapma eğilimine düşsek de film, temelinde ilk bölümün isminin kadrajda belirmesiyle başlıyor. İlk bölümde doktorun (Hakan Çimenser), bu yara bere içindeki kadına tedavisi esnasında annesi Saadet (Tilbe Saran)’in kızını bir an önce çıkarmak istemesine karşın doktorun: “…hepimizin çekemeceleri vardır. Kimileri dar ve sıkışık; kimileri boştur…” söylemi; filmin indeks kısmını vermekten ve olay örgüsüne duygu katmaktan başka bir şey değil.
Filmdeki karakterlerin içi en başta da belirttiğim gibi öylesine doldurulmuş ki; tek bir karakterden yeni bir öykü, yeni bir film çıkarılabilir. Hazır değinmişken söylemeden geçemeyeceğim; birbirinden o kadar alan dışı sektörlerde ve özellikle de statüsü olan bu oyuncu kadrosunu bir araya getirmek alınabilecek en büyük risklerden biri. Ama şu da bir başka gerçek ki Taner Birsel ve Tilbe Saran’ın hakkını yememekle beraber, Ece Dizdar’ın Deniz ile sergilediği performans bu mizansen içinde kuşkusuz en iyisi ve tatmin edeni.
Türkiye Şubesi: Deniz
Deniz; çocukluğunda başlayan ve baskıya maruz kaldığı cinsel dürtülerini, babasının şekillendirdiği çizgilerini, arada kalmış mutluluklarını tek tek ele geçirir. Eline aldığı bu iplerle istediğini istediği zaman yapan, kural tanımayan, bağlı bulunduğu toplumca yasak denilen kavramları ti’ye alan; adeta Belén Fabra’nın “Diary Of A Nymphomaniac (Bir Kadının Seks Günlüğü)” filminden fırlamış “Belén Fabra karakterinin Türkiye şubesi” olarak görülebilir. Lakin ne Deniz’in ne de bizim saptayabildiğimiz; daha doğrusu saptamakta güçlük çektiğimiz bir nokta daha var: Deniz ve hikâyesinin film içinde nasıl bir yeri, gerçekliği var? Yani hem Deniz hem de biz bir tür serabın içinde miyiz? Film, Deniz karakteri ile birlikte bu olguyu sanki ‘biz de anlayalım; anlaşılsın ama Deniz kadar anlayalım istiyor.Yani; senaristin yarattığı evrende yaşananları karakterlerden daha fazla değil; onlarla aynı ölçüde biliyoruz.
İkinci bölümün “Çekmeceler” olarak adlandırıldığı filmde ilk etapta başlayan masalsı renk ve ışık kullanımı bu bölüm ile birlikte kendini daha anlamsal bir kaygı kazandığı kısma bırakıyor. Baba (Taner Birsel)’nın onu beyaz güllerin konumlandırıldığı bir hastane odasında karşıladığı filmde; Deniz’in mavinin soğukluğuyla, morun verdiği umutsuzluk ikileminde debelendiği anlar, çocukluğunu pek de renkli ve eğlenceli yaşayamamış Deniz için çizilmiş iki unsur.
Bir başka değinilmesi gereken nokta da müzik unsuru. Müzik filmde zaman akışını vermekte dolaylı bir unsur olarak kullanılmış. Örneğin telefonda çalan ve dönemin en popüler akımlarından biri olan polifonik telefon sesi ve Candan Erçetin’nin Elbette’sinin zaman ibresi günümüze yaklaştığında bir başka telefon müziği olarak seçilmesi bu anlatımı güçlendirmekte.
Shakespeare’den alıntıların yapıldığı flashback ve flashforward unsurlarının kendinden önceki bölümlerde olduğu gibi devam ettirdiği üçüncü bölüm olan “Anahtarlar”; hikayenin ve olay örgüsünün çözülme ve sonuca ulaştığı kısım.
Deniz’in içselleştirdiği süreci ve bilinçaltını temizlediği; daha doğrusu derinlerde sakladıklarını yüzeye çıkartarak törpülediği ve süreçten kurtulduğunu gördüğümüz hastaneden taburcu olduğu evrede, anlatı içinde az ve nadir olan güzel simgelerden biri karşımıza çıkmakta. Deniz’in bindiği araçta, Deniz’in bulunduğu tarafın aracın dış kısmından çökük olduğunu görmemiz karakterimizin içinde bulunduğu buhranı özetler nitelikte.
Bütünsel yapıda beslendiği klişeler ve kalıplarla, türünün izlenilebilir örneklerinden biri olarak karşımıza çıkan “Çekmeceler”, iplerini koparan bir bireyin özgürlüğünü denizde aradığı ve baba karakterinin altında yatan; filmsel gerçeklikle önümüze serilecek fotoğrafı akış içinde tahminde zorlanmadığımız çerçeveleriyle bitişini veriyor. Zenne’den bu yana yol katettiklerini gördüğümüz yönetmenlerin sinematografilerine türünün ilerleme kateden örneklerinden birini koyduğu filmde, görüntü yönetmeni olarak her iki filmede de karşımıza çıkan Norayr Kasper’in de hakkı yenilmemeli.
Film ekibi ile gerçekleştirilen söyleşiyi okumak için tıklayın