29.05.2017
Citizenfour: Tarihin Belgelenmesi
Distopya edebiyatı ve sineması, insanın kendisini her geçen gün distopyaya daha da yaklaştığını düşünmesinden midir bilinmez, geniş okur ve izleyici kitlelerince sevilen bir türdür. George Orwell’in 1984’ü, Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sı artık çok da uzağımızda değildir belki de. 1984’te vurucu bir afişte yazan “Büyük Birader Seni İzliyor” sloganı artık günümüz dünyasındaki yerini almış gibi görünüyor. Nitekim 2013 yılında ortaya çıkan ve etkisi hâlâ devam eden NSA (Ulusal Güvenlik Dairesi)’in “küresel izleme ve kayıt altına alma” sızıntıları bize bunu anımsatıyor. İşte Citizenfour tam da bununla ilgili.
2015 Oscarlarında “En İyi Belgesel” Oscar’ını alan Laura Poitras imzalı Citizenfour, Edward Snowden’in NSA’in gizli belgelerini basınla paylaşmasını belgeliyor. Belgesel, Poitras’ın okuduğu bir e-posta ile başlıyor. Bu “Citizenfour” imzalı e-posta, sonrasında gelecek NSA sızıntılarının ilk ayağıdır. Sonraki süreçte ise Laura Poitras, The Guardian’dan Glenn Greenwald ve Ewen MacAskill’le birlikte Hong Kong’da, bir otel odasında eski NSA çalışanı ve e-postaların sahibi Edward Snowden’le görüşmeye başlıyorlar. Snowden’den gelen açıklamalar düşündürücü. PRISM, XKeyscore ve Tempora gibi internet izleme programlarının yanında ABD ve Avrupa’nın telefon metadatalarının alıkonulmasını anlatan Snowden, belgeleri ifşa ederken başına işler açılacağından tabii ki haberdar, ama “Bu riski alıyorum, doğru bildiğim şeyi yapıyorum.” diyor. Snowden’in anlattıklarını terimlerden arındırırsak; telefon konuşmalarınız, kredi kartı bilgileriniz, internet üzerinde nerelerde gezdiğiniz, alışveriş yaptığınız, konuşmalarınız kayıt altında tutuluyor. Özetle, izleniyorsunuz.
Snowden’le görüşmelere başlamadan önce ekrana gelen görüntüler, Snowden’in anlattıklarından sonra bir kez daha gözümüzün önüne geliyor. Çünkü bu görüşmelerde NSA yetkilileri, vatandaşların e-postalarını, telefon görüşmelerini, Google aramalarını, mesajlarını, Amazon alışverişlerini, banka kayıtlarını kayıt altına almadıklarını söylüyorlar.
Citizenfour, bundan 10-20 yıl öncesini anlatan bir belgesel değil, hatta 2 yıl önce olup bitenleri bile anlatmıyor; dünya çapında bu kadar yankı uyandıran ve hâlâ etkisi devam eden olayların başlangıcını anlatıyor. Yorum yapmıyor, sadece belgeleri sunuyor. Yani “Snowden, kahraman mı, vatan haini mi?” sorusunun yanıtı yok bu belgeselde. Snowden var bir birey olarak ve bir bilen olarak da açıklamalar yapıyor. Ama Poitras’ın belgeselinin güzelliği, izleyiciyi de aynı otel odasına götürüp, oradaki gazetecilerden biri yapıp soru sordurması, yanıtları kafasında düzenlemesi, ortamın gerilimini hissetmesini sağlaması. Böyle gizli kapaklı belgeler ifşa edilirken resepsiyon tarafından Snowden’in aranması veya bir anda yangın alarmının çalmaya başlaması, Greenwald, MacAskill ve Snowden’i ne kadar huzursuz ediyorsa, izleyiciyi de o kadar huzursuz etmeyi başarıyor.
Citizenfour, günümüz dünyasında belki de her bireyin biraz bilgi sahibi olması gereken konularda açıklamalar yaparken, izleyicilere farklı bir bakış sunabiliyor. Ve “Snowden”, “önemli belgeleri sızdıran adamın adı” olmaktan çıkıp bir insan olarak karşımıza dikiliyor. Distopyaya ne kadar uzaklıkta olduğumuzu görmek isteyenlere tavsiye edilir.