15.06.2018
Coco: Fotoğraflarda Yaşamak
Fotoğraflarda Yaşamak
1995’te Toy Story ile beyaz perdeye adım atan Pixar Animasyon Stüdyoları o günden bugüne sığdırdıkları on sekiz filmle hem türün Hollywood’da kapladığı yeri genişletti hem de Studio Ghibli‘nin yaptığına benzer bir şey yaparak “çocuklar için animasyon” ezberinin bozulmasını sağladı. Yaşamın her alanına dair ayrıntılara farklı bir pencere açan, sıradanlaşan ya da ezbere dönüşen nesne ya da davranışlara duygu derinliği katan Pixar filmleri günümüzde özgün senaryo konusunda açmazda olan Hollywood’da önemli bir boşluğu dolduruyor. Pixar’ın senaryo matematiği sanal dünyada bazen alay konusu olsa da sistemi üzerine kurdukları “What if … … had feelings?” sorusu işlemeye devam ediyor. Çocukluğumuzun oyuncaklarına duygu, düşünce ve hareket kazandırarak hayatımıza giren Pixar yeni filmi Coco‘da ölüm sonrası yaşama naif ve yenilikçi bir kapı aralıyor.
12 yaşındaki Miguel‘in hayali gitarıyla müzik yapmaktır. Ancak birbirine sıkı sıkıya bağlı bir ailenin ferdi olan Miguel’in hayalini gerçekleştirmesi için en büyük engel ailesidir. Büyük dedesinin müzik kariyeri nedeniyle evini terk etmesi ailenin müziği lanetlemesine ve değil müzik yapmak, dinlemenin bile yasaklanmasına sebep olmuştur. Müziği körü körüne lanetleyip aile mesleği olan ayakkabıcılığa sıkı sıkıya tutunan bu yuvada durumu yıllar boyu kimse sorgulamaz, ta ki Miguel’e kadar. Ailesi ve kültürleri için oldukça önemli ölüler gününde gerçekleşecek bir müzik yarışmasına katılıp gizli saklı çaldığı gitarını herkese duyurmak ister. Hayranı olduğu Meksikalı efsane Ernesto de la Cruz‘un gitarını yarışmaya katılabilmek için (bir nevi) türbesinden çalmaya çalışan Miguel kendini bir anda ölüler diyarında bulur.
Film, Latin Amerika ülkelerinin geleneği olan Ölüler Günü (day for the dead / dia de los muertos) festivalinin amacını fikir olarak kullanıyor. İnsanlık adına gerçek ölümün unutulduğunda gerçekleşeceğini savunan bu kültürde insanlar dia de los muertos festivalinde ölmüş yakınlarına ait fotoğraflar, onların sevdiği koku ve süslemeler, onları simgeleyen şekerden iskeletler aracılığı ile kaybettikleri kişilerin unutulmamasını sağlar.
Latin Amerika Esintileri
Miguel’in ölüler diyarına dahil olmasıyla birlikte bu inancın tasvir ettiği ölüm sonrası yaşamı bize sunuyor Coco. Sırat köprüsünden geçişin yaşayan insanlar tarafından ne denli hatırlandığımızla ölçüldüğü, ölüm anındaki yaşımız ve kıyafetlerimizle yer aldığımız bu renkli evrende yaşamlarımıza aynı sosyal statüde devam ediyoruz. Bu diyardan çıkmasının tek yolu ölmüş aile üyelerinden birinin rızasını almak olan Miguel, onların “müzik yapmama” şartını sunmasıyla birlikte ölüler diyarında ona bu şartı sunmadan yaşamına döndürecek tek kişi, dedesi sandığı Ernesto de La Cruz’un peşine düşüyor.
Pixar filmlerinde yola çıkılan ilgi çekici fikir kadar bu fikrin üzerine kurulan senaryonun niteliği Coco ile bir kez daha kanıtlanıyor. Klişeleşen “hayallerinin peşinden git”, “aile bağının önemi” gibi söylemleri farklı bir dünya tasviriyle aynı potada eritiyor film. Başından itibaren finaline hizmet eden küçük ve fark etmesi zor dokunuşlarla da duygusal yoğunluğun anbean artmasını sağlıyor. Miguel’in bu yolculuğuyla birlikte yalnızca bir çocuğunun sevdiği şey için gösterdiği azmini değil bir ailenin nesilden nesile değişen yapısını, ortaya çıkmayan sırlarını ve aile üyelerinin tek tek yaşantılarını görüyoruz.
Meksikalı bir ailenin ve çocuğun öyküsünü anlatan film teknik olarak da Latin Amerika’ya uyum sağlıyor. Ölüler diyarının renkli ve oldukça eğlenceli bir biçimde anlatımı da şüphesiz filmin küçük yaştaki izleyicilerini düşününce çok değerli. Yaratılan evren, eğer yaşantımızda ailemize sırt dönmemiş ya da büyük yanlışlar yapmamışsak ölüm sonrasında iskelete dönüşmek dışında pek bir şeyin değişmeyeceğinin altını çizmekte. Diğer Pixar filmlerine nazaran Coco’nun hem dünya hem ölüler diyarı betimlemesinde yine Meksika kültürüne uygun daha sıcak renkler görüyoruz. Kullanılan şarkılar ve sözleri, filmde bulunan ana ve yan karakterler, öykü ve Anthony Gonzalez (Miguel) ve Gael Garcia Bernal (Héctor), Benjamin Bratt‘in (Ernesto de la Cruz) seslendirmedeki yerel tonları filmin evrenselliğine değer katıyor.
Inside Out sonrası The Good Dinasour, Finding Dory ve Cars 3 gibi filmlerde beklediğimiz senaryolarını göremediğimiz Pixar, Coco’yla görkemli bir dönüş yapıyor. Toy Story 3′ün, kusursuz bir devam filminin, arkasındaki isim olan Lee Unkrich diğer Pixar senaristleriyle birlikte yeniden ciddi anlamda her yaştan insana hitap edecek bir film ortaya çıkarmış. Şimdiden yılın en iyi animasyonu oscar ödülünü tebrik ederim.