12.02.2018
Darren Aronofsky: Modern Sinemanın Kışkırtıcı Yönetmeni
Noah: Aronofsky’nin En Zayıf Halkası
Darren Aronofsky, bağımsız Amerikan sinemasının bize kazandırdığı en önemli isimlerden. Daha da önemlisi kendine has bir dili ve anlatım şekli olan yönetmenlerden. “İnsana insanı anlatan” ve felsefik, psikolojik bir yönün hep bulunduğu filmlerin adamı. İlk ve adını duyurduğu Pi filminde bir matematikçinin varoluş mücadelesini ve ruhsal çöküntüsünü izletti. Sonrasında Requiem for a Dream gibi madde bağımlılığını en iyi anlatan filmlerden birini çekti. The Fountain’da ölüm ve aşkı çok farklı bir şekilde, felsefik açıdan yorumladı. Özel hayatında ringde aldığından daha büyük darbeler alan boksörü anlattığı The Wrestler ve şizofren bir balerinin hikâyesi Black Swan’la kariyerinde zirve yaptı. Yıllar içinde defalarca “Nuh Destanı”nı perdeye yansıtma hayalinde olduğunu belirttikten sonra 2012’nin başlarında bu fikrin eyleme geçtiği duyuruldu. Başarısız filmi olmayan bir yönetmenin hayal projesini gerçekleştireceği haberi büyük heyecan yarattı ki Aronofsky gibi filmlerine kendi imzasını atan birinin ortaya ne çıkaracağı büyük merak konusuydu. Fakat ortaya çıkan sonuç beklenenin çok altında kaldı.
Hepimizin bildiği hikâye; yasak elmayı yediği için Adem ile Havva cennetten kovulur, meleklerin yardımıyla dünyaya gönderilirler. Üç oğlu olur; Habil, Kabil ve Şit. Kabil kardeşi Habil’i öldürüp “ilk katil insanoğlu” olur. Kabil soyundan gelenler kötülüğü, Şit soyundan gelenler iyiliği temsil eder. Nuh, Şit’in iki üç kuşak öteden torunudur. İnsanların dünyayı kötülük için kullanması üzerine Tanrı Nuh’a büyük bir sel felaketi gerçekleştireceğini, ailesi ve her hayvan türünden başka kimseyi almama şartıyla gemi yapmasını söyler… Küçük dokunuşlar hariç bu hikâyeye bağlı kalmış Aronofsky. Filmin başındaki sekans ve ortasında Nuh’un anlattığı hikâyenin sunumu da tam bir Aronofsky işi ama bunlar dışında olumlu olarak pek bir şey yok filmde. Büyük bütçeli film olması nedeniyle zorunluluktan koyulmuş diyebileceğimiz ucuz aksiyon sahneleri filmin en büyük handikabı. Tufana kadar olan kısmı gayet güzel betimleyen film devamında farklı bir noktaya gidiyor. Tufanla birlikte aksiyona geçiş yapıp, finalinde de yerini aile dramına bırakıyor.
Aronofsky’nin eklediği farklılıklara gelecek olursak orda da büyük çelişkiler var. Adem’le Havva’ya yardım eden meleklerin taşlaşıp dünyaya hapsolması baştaki sekansla güzel anlatılmış olsa da böyle bir destanda bile fazla fantastik kaçmış. Nuh’un anlattığı hikâyede ise dünyadaki yaşam evrime bağlanıp insanoğlunun Tanrı tarafından oluşturduğu gösteriliyor. Bu ne Tanrı inancı ne de evrim teorisiyle uyuşmayan korkak bir yorum. Nuh’un yolda yaralı bulduğu Ila karakteri, sırf klişe bir aşk hikâyesi eklemek için yaratılmış. Ila’nın hamile kalması sonrası Nuh’un insanoğlunun nesli tükenmeli psikolojisine girip sonunda bebeği öldürememesiyle biten bölüm de ucuz bir aile dramından farksız.
Klişelere boğulmuş anlatımı, vasat aksiyon sahneleri ve absürt derecede iniş çıkışlı temposuyla Aronofsky’nin açık ara en zayıf filmi Noah. Yapımcı şirketin büyük bütçeli film için beklentileri ve hikâyeyi anlatırken kimseyi rahatsız etmeme çabasının sonucu. Başrollerdeki Russell Crowe, Jennifer Connely, Emma Watson, Logan Lerman ve Anthony Hopkins’in oyunculuğu pozitif olarak bahsedebileceğimiz iki üç noktadan biri. Her ne kadar yazı boyunca eleştirsem de yılın en kötü filmlerinin seçildiği Razzie Ödülleri’ne aday olacak kadar kötü olduğunu düşünmüyorum, Yönetmene o konuda biraz haksızlık edilmiş. Her sene izlediğimiz ortalama bir felaket filmi Noah.
İbrahim TOSYALI