20.04.2018

ELEŞTİRİ: The Water Diviner

 

Halil İbrahim Sağlam

Yıllardır oyunculuk yapan ve büyük hayran kitleleri bulunan Hollywood starları arasında, özellikle son 10 yılda oyunculuklarının yanına yönetmenliği de ekleme yarışı başladı. Sean Penn, Al Pacino, Robert De Niro, Tommy Lee Jones, Angelina Jolie, George Clooney, Ben Affleck, James Franco, Seth Rogen, Ben Stiller ilk aklıma gelenler. Usta aktör Russell Crowe da ilk yönetmenlik deneyimi olan The Water Diviner ile bu isimlerin yanına eklendi fakat burada bizi özellikle ilgilendiren ayrı bir durum var. Filmin, Çanakkale Savaşı’nın etkilerine odaklanması, hep hayal ettiğimiz Türk oyuncuların ve Hollywood oyuncularının bir arada rol aldığı A sınıf bir film isteğini gerçekleştirmesi gibi yönlerden önemi büyük. Hatta The Water Diviner ilk tanıtıldığı zamanlarda, filmde Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan’ın yer alışına inanamayıp “Birkaç sahne gözüküyorlardır” diye yorumlayanlar olmuştu fakat gördük ki, Yılmaz ve Erdoğan aslında Russell Crowe ve Olga Kurylenko ile beraber filmin dört ana karakteri arasında. Üstelik rolleri de bir hayli fazla.

Russell Crowe, bu ilk yönetmenlik deneyiminde belli ki savaşa antimilitarist açıdan yaklaşmayı hedeflemiş. Savaşta büyük kayıplar veren Anzak askerleri arasında üç oğlunu kaybeden bir babanın, oğullarının cesetlerini bulmak için çıktığı yolculuk hikayesi olarak nitelendirebileceğimiz film, özellikle Yeşilçam sinemasına alışkın izleyicimiz için tanıdık bir formül barındırıyor. Filmin bu yönden bir şaşkınlık duygusu yarattığını söylemek mümkün, zira yılların “Gladiator”ü Russell Crowe’u tanımasak neredeyse onun bir “Türk” olduğunu düşüneceğiz! Crowe’un hikayeyi anlatırken “taraf” olmadığı söyleniyor, zira “Midnight Express” gibi bir şoku yaşamış bir milletiz ve bu filmin yarattığı, hala birçok dünya ülkesinin Türkiye’ye bakış açısını etki altına alan bir önyargı var. Water Diviner ise tamamen Türkiye dostu bir film. Hatta o kadar “dost” bir film ki, ana karakterimiz Connor çıktığı yolculukta karşılaştığı ve muhtemelen oğlunun ölümünden sorumlu olan iki Türk subayını başta öldürmek istiyor ama onları tanıdıkça ne kadar iyi yürekli insanlar olduklarını, zaten savaştaki asıl suçlunun da Türkler değil kendileri olduğunu anlıyor. Hatta Crowe’un camiye girip mimariye hayranlıkla, derin derin baktığı bir sahne var ki, neredeyse Hristiyanlıktan Müslümanlığa mı geçecek acaba diye düşünmeden edemiyoruz! Peki, bu yolculukta savaş olur, arayış olur, dostlar olur ama aşk olmaz mı? Elbette Connor bir Türk kızına aşık oluyor. Fakat Türk kızı Ayşe’yi oynayan Olga Kurlyenko’ya yapılan ve animasyon seslendirmelerini andıran Türkçe dublaj işin ciddiyetini sekteye uğratıyor. Bu duygusal bölümün yeterince derinlikli işlenememesi ve hikayede “aşk” olsun diye konulduğunu hissettirmesi ana hikaye ekseninde bir tür “yama” gibi duruyor.

Birçok kişinin Russell Crowe’dan dolayı Hollywood yapımı olduğunu düşüneceği fakat aslında Avustralya yapımı olan filmin açılışındaki savaş sahnelerinde teknik olarak olağanüstü bir durumdan bahsetmek mümkün değil. Sırıtmayan fakat ikinci sınıf savaş filmlerinde gördüğümüz tarzda kısa bir kesit olduğunu söyleyebiliriz en fazla. Bu ay vizyona giren Burak Cem Arlıel imzalı Kırımlı (2014) filminin savaş sahneleri ve ses tasarımı bakımından çok daha kaliteli olduğu aşikar. Filmin sarı ve kahverengi tonlarındaki renk paleti ise yer yer bir western filmi etkisi yaratıyor. Özellikle fragmanda da öne çıkarılan Crowe’un at üzerinde kum fırtınasına doğru koştuğu sahnenin ve Türk subaylarıyla beraber Yunanlılarla çatıştığı bölüm bariz “western” esintileri taşıyor. Cem Yılmaz’ın “Hey Onbeşli” türküsünü söylediği bölüm ise hem türkü olması hem de sahne mizanseni açısından birebir Av Mevsimi (2010)’ndeki “Hayde” sahnesini anımsatıyor. Bu sahneyi Cem Yılmaz bizzat Russell Crowe’a önermiş olabilir yoksa Crowe nereden bilsin “Hey Onbeşli” türküsünü!

Russell Crowe, Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan arasındaki bu beklenmedik “kanka”lık durumu elbette güzel bir şey. Böyle prodüksiyonlarda daha çok Türk oyuncuların yer alması ve işin uluslararası boyuta taşınması her şeyden önce önemli. The Water Diviner bu konuda önemli bir başlangıç niteliğinde hatırlanacak olsa da “işte budur” demek için beklediğimiz film olmaktan maalesef uzak. Umarız ki Crowe, bir sonraki yönetmenliğinde daha başarılı filmler ortaya koyar ve Cem Yılmaz-Yılmaz Erdoğan ikilisinin de uluslararası arenada tanınırlıkları artar. Yılmaz Erdoğan, filmdeki rolüyle Avustralya Film Ödülleri’ne “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” dalında aday oldu bile!