06.05.2016
Karakter Mutfağı: Elling
“Her zaman ana kuzusuydum. Tek çocuktum, annem gibi. Biz evde oturmayı severdik. Hiç kimse ziyaretimize gelmezdi. Ama annem ölünce geldiler. Hayatım hakkında konuşmak isteyen bir sürü yabancı. Konuşmak için kendi hayatları yok muydu sanki?”
diyor deliliğin sınırlarında olan, olduğuna kanıklık eden ve toplumun bir parçası olmasının gerektiğini düşünen yine aynı toplumun muhafızları tarafından kontrol altında tutulan Bay Elling. Annesinin ölümü üzerine yaşadığı yalnızlaşma ve akabinde gelişen psikolojik buhran Elling’in bir psikiyatri kliniğinde önce tedavisine, ardından ise topluma tekrar kazandırılmak üzere Oslo’da bir evde gözetim altında hayatını idame ettirmesine kadar varır. Her an bir tehlikenin eşikte beklediğini ve kapının aralığından sızabileceğine kanaat getiren karakterin hiç bitmeyen bir gerilimi, durmak bilmeyen bir endişesi vardır. Motomot gelişen süreçlerde bir anlamda olması gerekene olması gerektiği gibi yaklaşan karakterin peşi sıra o histerik nöbetlerin ne zaman geleceğini ise kestirmek bir yana, kavrayabilmek, o süreç zarfının anlık gelişen akış sınıfında olmayan bir beklenmezlik etkisi yaratır. Söz konusu o panik halinde en az biz de Elling kadar geriliriz. Ancak eli, kolu dolanan Elling değil, biz oluruz. Yaşam standartlarımızda o alışagelen “her şeyin/şeylerin” olması gerektiğini düşündüğümüz, sadece düşünsel evrende ikame etmeyen, eylemsel uzamda da doğrusal yönde ilerleyen planlı hayatımızda ansızın beliriveren bu ufak tepecikler dahi yol almakta olduğumuz büyükannenin evine giderken bizi yolda şöyle bir duraklatır. Savaşan, şaşıran, yol almaya devam eden ancak önüne bir kurt çıktığını gördüğünde pelerini bir köşeye bırakan ve ilerlemekten öte olayın şaşkınlığını ve nasıl, neden olduğunu sorgulayan modern birer kırmızı başlıklı kız gibiyiz. Öyle ki alıştırıldığımız o neden-sonuç ilişkilerinde bütün akış bu nedenselliğin izinde ilerler.
“İnsanlar her zaman deli olacaklardır; onları iyileştirebileceklerini sananlar da zırdelilerdir” diyor Voltaire. Neden iyileştirilmek istenir peki insanlar? Ya da deliliğin sınırları nerede başlar? Bunu belirleyenlerin aklıselimler ve bu aklıselimliliğin belirlediği bir alt-üst sınır olması mıdır deliliğin sınıflandırılması? Deliliğin dışında kalan ancak bir o kadar içinde eriyen akıllı olma hali ve o sınırlarının topografyası ise bu iki kavramın belirleyiciliği içinde bitmek bilmez bir iki taraflı tartışmanın ve bulunamayan bir bulungun habercisi. Ama şu da bir gerçek, bu durumun anksiyetik temellendirmesini yapan, çarpanlarına ayıran, hatta korkan ve kapının altına sıkı sıkıya bir şeyler sıkıştıran sen, ben ve onun dışında Elling ve onunla birlikte yaşayan arkadaşı Kjell’in bizim nabzını bir türlü tutamadığımız normal olan ve olmayan ölçütleri rafa kaldırdıkları bir bilinçleri var. Onlar için tutulan evde Elling kendini şiire, arkadaşı ise nereden geldiği belli olmayan bebekli bir kadınla birlikte olmaya başlar. Arkasını, önünü sorgulamadan; neyin nereden ve nasıl geldiği kanaatini yadsıyarak o bilindik norm ve ilkelerin sadece belirli bir yakada solunduğunu, Elling ve çevresindekilerin popüler ifadeyle kontrolsüzlük içinde yakaladıkları uyum anlarında yakalarız. Dayattıklarımız, normal olanın bu, aksi olan anormalin ise bu olduğu bir kenara Oslo’da bu temele yetecek kadar gelişmiş ev içinde Elling ve Ellinggillerden öğrenilesi şey değil çokça şeyler var. Öyle ya
“Başka bir söz ve yaşama biçiminin mekânını nasıl var edebiliriz?
…
Dünyanın tarihsel olarak belirlenmiş dilbilgisi içinde nasıl yapar da bir çukur kazarız?”
Büyük Yabancı – Michel Foucault