16.11.2017

En Sevdiğim Scorsese

Halil İbrahim SAĞLAM

The Wolf of Wall Street (2013)

1990’ların ünlü yatırım şirketi Stratton Oakmont’un kurucusu, zeki borsacı Jordan Belfort’un otobiyografisinden uyarlanan filmde Scorsese, Goodfellas (1990) ve Casino’da (1995) çok iyi başardığı biyografik suç filmi kalıbını burada biyografik suç komedisine çevirerek işe başlıyor. Goodfellas ve Casino ile beraber ele aldığımızda “üçleme” olarak nitelendirebiliriz, zira yine Scorsese etkili dış ses anlatısıyla açılan, suç dünyasını gözler önüne seren, 150 dakika ve üzeri süreye sahip olan bir filmle karşılaşıyoruz. The Wolf of Wall Street’i diğer iki filmden ayıran en büyük özellik içerdiği komedi dozunun fazlalığıyla doğru orantılı olarak sert ve şiddet içeren sahnelerinin azlığı oluyor. Buna rağmen kimi anlarında aniden surata sıçrayan kan ve kadının karnına atılan yumruk gibi sahnelerle Goodfellas acımasızlığını da hissettirmeyi ihmal etmiyor.

Scorsese, küçük işlerle başlayıp büyüyerek suç imparatorluğu haline gelen bir grup insanın hikayesini kalıp olarak yine bildiğimiz tarzda aktarıyor, zira filmi “suç dünyasına girme aşaması”, “suç imparatorluğu haline gelme”, “güç sarhoşluğu ve şaşaalı dönem”, “suçlu – ajan ilişkisi” ve “maddi ve manevi açıdan kaçınılmaz çöküş” şeklinde beş epizotta özetlemek mümkün. Biçim ve içerik ise hikaye örgüsünün gelenekselliğinin aksine görsel ve kurgusal açıdan çok fazla yenilikçi, dinamik hamleler barındırarak Scorsese’nin “destansı suç komedisi” oluşturma çabasına büyük katkı sağlıyor. Slow motion çekimlerle hareketli müziği harmanlama, dramatik bir sahneyi televizyondaki Temel Reis görüntüleriyle paralel olarak kurgulama gibi çılgın fikirler filmi her anında izlenilir kılmayı başarıyor.