29.05.2017
Ertuğrul 1890: Film Kılığına Girmiş Dostluk Manzaraları
2015 yılının son günlerindeyken Türk sinema tarihinin büyük bütçeli filmlerinden biri daha vizyondaki yerini almaya hazırlanıyor. Türk – Japon ortak yapımı olan Ertuğrul 1980, Türkiye ve Japonya arasındaki dostluğun 120 yılı aşkın tarihinin şerefine yapıldı. Amaç olarak tarihin gömülü sayfalarında unutulmaya yüz tutan hikayelerin gün yüzüne çıkartılması hedef gösterildi. Yani en azından filmin hazırlık aşamalarında böyle konuşuldu. Yönetmen koltuğunda Mitsutoshi Tanaka yerini alırken, Türkiye ve Japonya’dan önemli oyunculara filmde yer verildi.
Filmin konusu gerçek tarihi olaylara dayanıyor. Japonya ve Türkiye’nin tarih sahnesinde karşılaştığı iki olay sırayla filmin içindeki yerini alıyor. Bu olayların ilki filme de adını veren Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya’ya düzenlenen seferi sırasında bir deniz kazası sonucunda yaşanan dramı mercek altına alırken; ikinci hikâyede ise 1985 yılında İran – Irak Savaşı patlak verdiğinde Türklerin yardımıyla Japon vatandaşlarının kurtarılmasını konu ediniyor. Tabii bu iki olayda da her iki ülkenin birbirlerine destek olmaları anlatılmaya çalışılmış.
Film dramatik açıdan duygusal sularda ilerlerken, filmin Japonya’da geçen ilk yarısında ufak tefek sıkıntılarla kendince idare etmeye çalışıyor. Japon oyuncuların abartılı oyunculukları ve Türk kesiminin derinliksiz anlatısı paralel anlatımlarla beyazperdeye yansıtılıyor. Özellikle müzik kullanımının gelişi güzel kullanımı ve filme katkıda bulunmayan gereksiz uzatılan kurgu filmin bütünlüğüne zarar veriyor. Yönetmen Tanaka, Japon oyunculara hakim olabilmeyi başarsa da, aynı başarıyı Türk oyuncuları yönetirken tekrarlayamıyor. Bu da filmin oyunculuklarının bir yere kadar idare etmesine neden oluyor. Bir süre sonra gerçek hikâyelerden uyarlanan bu film, inandırıcılığı yitirerek kurmaca bir hikaye görüntüsüne bürünüyor.
Filmin ikinci yarısıyla beraber film reklam filmi havasında propaganda filmine evriliyor. Bu dönüşüm yüzünden film hâkimiyetini yitirerek senaryo bakımından enkaza dönüşüyor. Tarihî ayrıntılardaki hataları bir kenara bırakırsak, film teknik anlamda üstün ama içerik anlamında boş bir film olmaktan öteye gidemiyor.
İyi niyetli bir şekilde Japon – Türk dostluğu anlatılmaya çalışılsa da film senaryosunun sığlığından dolayı ayaklarını sağlam basamamış. Özellikle İran’daki havaalanı sahnesindeki insanların karakter dönüşümlerinin beklenmedik bir hızla gerçekleşmesi, son derece dramatik bir sahnenin komik durumlara düşmesine neden olmuş. Klişe sahnelerin varlığını da hesaba katarsak, film hikâyesinin hakkını veremiyor.
Bununla kalmayarak film kendince bir tuzağa düşerek, bunca gerçek olayı elinin tersiyle atarmışçasına, senaryonun içine farklı karakterleri aynı insanlara oynatarak film kendi içinde bir paralel evren yaratıyor. Bu durumun filme katkısı olmadığı gibi, filmin ciddiyetine zarar veriyor.
İzleyici bakımından bakarsak Türk halkı filme bayılacaktır. Çünkü filmin duygusal sahneleri ve milliyetçi duyguları yükselten yapısı gişe filmlerinde ülkemizin tercih ettiği noktalar olarak göze çarpıyor. Filmin en büyük artısı olarak söyleyebileceğimiz fırtına sahnesi, belki de son dönem Türk sinemasının kesiştiği filmlerde en iyi çekilen sahnelerden biri olarak hafızalardaki yerini alıyor.
Sonuç olarak gerçek olayları, inandırıcı olmayan bir üslupla anlatıp, hikâyesini göze parmak bir şekilde açıklamaya gerek duyan Ertuğrul 1890, teknik anlamdaki üstünlüklerini artıya çeviremeyip bir kazayı da sinemasal anlamda yapıyor. Ağdalı duygusal yapısıyla belli bir gişenin kapılarını açacağını tahmin etmek pek zor değil… Sipariş bir film görüntüsünden sıyrılamayan film, tarihî filmleri sevenlerin deneyeceği ancak aradıklarını tam anlamıyla bulamayacakları bir film olarak dikkat çekecektir. Filmi tek bir cümleyle özetlersek: Körler sağırlar, birbirini ağırlar…