26.02.2017
!f Bağımsız Filmler Festivali Günlükleri – 10
Aquarius
Güçlü, ayakları yere sağlam basan, inatçı mı inatçı, kanseri bile alt edebilecek kadar mücadeleci bir kadını merkezine alan Aquarius’un meselesi, oldukça derin. Brezilya sinemasından çıkabilen ender güzelliklerden biri olan film, yarattığı baş döndüren karakteri ve onun yaşadıkları üzerinden kentleşmeyi, yok olan değerleri, sistemin çürümüşlüğünü, bıçak sırtı misali bir toplumu tam ortadan ikiye ayıran sınıf farkını gözler önüne seriyor. Ve Clara, tüm bunlara karşı adeta evini vermeyerek direniyor. Hem de bir nevi Don Kişot misali yapıyor bunu. Zira onu çevresinde olumlayan sevdikleri olsa da mücadelesini tek başına veriyor. Hatta Clara’nın binalar tarafından çepeçevre sarılmış evini bir açıdan da Küba’nın alegorisi olarak okuyabiliriz.
Uzun süresine rağmen su gibi akan hikâyesi, yaratılan güçlü karakterin varlığı, yerli yerinde kullandığı metaforları, güçlü alt metniyle seyirciyi sarıp sarmalayan bir yapım Aquarius.
Tuba BÜDÜŞ
Trainspotting
Sinema tarihinin belki de en muhteşem kafası iyi filmlerinden biri Trainspotting. Bir grup gencin her ne olursa olsun birbirlerine sıkı sıkıya bağlı dostlukları, son kuşağın hayata boş vermişliği, hayatın anlamsız olduğunu düşünmeleri, âşık olmaları ve en önemlisi uyuşturucu bağımlısı olmaları… Trainspotting tüm bunları bünyesinde güzelce harmanlayıp ortaya enfes bir lezzet çıkaran bir yapım oluyor. Sistemin insanoğluna dayattığı sıkıcı ve despot hayatı(kredi çekip ev almak, alışveriş yapmak vs…) reddeden bu gençlerimiz ne yazık ki çevrelerinin nefes alamayacak kadar çepeçevre sarıldığı bir dünyada çareyi uyuşturucuda buluyorlar. Filmi izlerken seyirci olarak bir an bile karakterlerimizi suçlamamıza sebep olmayan ayakları yere sağlam basan senaryosu ve diliyle kusursuz bir film Trainspotting. Her ne kadar bazı çevrelerce uyuşturucu kullanmayı özendiriyor olduğu söylense de bana kalırsa filmdeki mesele çok daha derin. Ancak filmi düz bir okuma ile görmeye çalışan böyle bir yorum yapabilir. Zira film, sisteme, gençliğe, insanlığa bir ağıt niteliğinde.
Tuba BÜDÜŞ
T2 Trainspotting
Özellikle Danny Boyle ve elbette en çok da ustanın başyapıtı Trainspotting’in hayranlarının, büyük bir hevesle beklediği T2 Trainspotting, asla ve asla pişman etmiyor. Boyle, ilkinde nasıl bir ruhla çektiyse filmi, oyuncular nasıl hayat verdilerse karakterlerine emin olun her şey yine aynı. Tek farklılık, karakterlerimizin haliyle biraz yaşlanmış olmaları ve yaşadığımız zamanın alışkanlıklarının filme sirayet etmesi oluyor. E haliyle daha az dumanlı kafalar ve daha çok duygusallık var bir de tabii. Zira Boyle’i de bu geçen yılların yaşlandırdığını unutmayalım. Yaşlılık duygusallık dozunu otomatik olarak arttıran bir etken ne de olsa. Boyle duygusallık, geçmişe özlem, masumiyete, çocukluk günlerine yakılan bir ağıta da dönüşen filmde, tüm bunları yaparken ilk filme oldukça sırtını yaslamaktan geri durmuyor. Bu nedenle ilkini sadece izlemek değil oldukça içselleştirmiş olmak da gerek T2 Trainspotting’in etkisini hissetmek için.
Tuba BÜDÜŞ
İlk filmin nostaljisinden yararlanan devam filmi, verdiği referanslarla bu niyetini fazlasıyla açık ediyor. 20 sene içinde değişen çağa ayak uydurmaya çalışan T2, ilk filmin hayranlarını üzmeyecek bir devam filmi olarak adlandırılabilir. Oyuncuların fiziksel dönüşümleri ve karakterlerin 20 sene içerisindeki hayatlarını mercek altına alan yapım, yine Danny Böyle estetiğiyle göz kamaştırıcı ve eğlenceli bir işe dönüşmüş. Daha fazlasını bekliyorsanız yanlış filmdesiniz. Not: İlk filmi izlemek şart.
Haktan Kaan İÇEL
Their Finest
Dokunaklı hikayesini dram ve hafif mizah ile iyi harmanlıyor. B. Nighy bir harika. Modern kadın temsilinin ilk adımlarını Nazilerin bombardımanları altında İngiltere’de veren bir kadının hikâyesine odaklanıyor yapım. Sinema sektörü ve dönemin koşullarını yansıtmak amaçlı yer yer politikleşen senaryo iyi kotarılmış.
Haktan Kaan İÇEL
People Are Not Me
Özgür modern kadının yalnızlığını olabildiğince serbest bir şekilde anlatırken hafif bir seyir olarak akılda kalıyor. Filmin samimi tavrı ve ilişkilere dair kimi tespitleri yerinde olmuş. Ancak filmin savruk hali ne yazık ki en büyük defosu olarak öne çıkıyor. Bu yüzden de odağı kaybedilme ihtimaliniz filmi sekteye uğratıyor. Son tahlilde Frances Ha’nın uzaktan akrabası olan yapım, İsrail sinemasında az gördüğümüz türde bir iş olarak hafızamızda yer ediniyor.
Haktan Kaan İÇEL