29.05.2017
!f Bağımsız Filmler Festivali: James White
Yaşamın Dayanılmaz Ağırlığı
2015 yılı ödül listelerine baktığımızda genelde en iyi ilk film listelerinde bir filmin varlığı dikkat çekiyordu. Adı James White’dı. Yönetmen Josh Mond’un ismini çeşitli festivalle sıkça görmeye başladık. Nitekim if İstanbul bağımsız filmler festivali sayesinde de film görücüye çıkma şansı buldu. Bu vesileyle bu yılın dikkar çeken filmine bir göz atalım dedik.
Filmin konusu gayet basit denilebilir. James White (Christopher Abbott) kafası karışık bir genç adamdır. Annesi kanser hastası olduğundan dolayı aklı hep ondadır. Ancak bir yandan da kendi içindeki bunalımlı karakteri yüzünden hiç çekinmeden olaylara karışır, içip dağıtır ve uyuşturucu kullanır. Onun yaşamından kesitler izleriz.
Film kurgusal anlamda, hikâyesini aylara yaymayı tercih ediyor. Böylece karakterin geçen zamandaki buhranlarını adım adım izleyebiliyoruz. Annesiyle olan ilişkisi, arkadaşlarıyla iletişimi ve kadınlara karşı yaklaşımını bu süreç içinde inceleme imkanımız oluyor. Genel anlamda karakter odaklı bir film olarak nitelendirilebilir.
Seyircinin karaktere empati duyması için yönetmen tarafından her yol denenmiş. Özellikle aktüel kamera kullanımı tercih edilerek, kontrolsüz bir şekilde ilerleyen kameranın ne olursa olsun James White’ı takip etmesi planlanmış. Bu göre karakterin depresif ruh halini yansıtmak adına yakın ve uzun planlar tercih edilmiş. Bu yöntem bir anlamda karakterin savrukluğunu da, kamera hareketleriyle hissettirirken; duygu yoğunluğunun artmasına imkan tanımış.
Özellikle James White’ın annesiyle ilişkisinde kamera filmin geneline göre durgunlaşırken, annesi için endişelendiği anlarda yerinde duramayan bir çocuk halini alıyor. Yer yer blurlaşıyor, yer yer odağını kaybediyor. Kafası karışık bir insanın profilini tüm çıplaklığıyla yansıtıyor.
Filmin oyuncularının yüksek performansları, duyguların açığa çıktığı anlarda samimi bir tavır sergilerken, mizansenlerle hareketlenen filmin sabırlı anlatımı seyrini bozmadan ilerleyişini devam ettiriyor. Anne rolündeki Cynthia Nixon ve Christopher Abbott performans anlamında döktürürlerken, kimyaları samimi anlamda birbirine uyuyor.
Karakterin iç dünyasından ilerlerken, annesiyle ilgilendiği anlarda duygusallık tavan yapıyor. Baba figürünün genel tablo içerisinde varlığını pek hissettirememesi, karakterin buhranlarında kaybolmasına neden oluyor. Bir de annenin sıkıntılı durumu da bu tabloya eklendiğinde, her insanın aklına gelen belirsizlik duygusu açığa çıkıyor. Film kendince insanların düşünmesini istiyor. Hayata tutunamayan insanların, gerçekliğin acımasız vuruculuğu karşısında büyüyüp büyüyemeyeceğini sorguluyor. Sorularını sorsa da, cevabını vermemeyi yeğliyor. Çünkü hayatın içinde net cevapların olmadığını izleyicisinin çözümleri kendisinde bulmasını istiyor.
Sonuç olarak oyuncu performanslarıyla yukarı çıkan filmin ivmesi, hayatın içinden kesitler sunarak tahmin edilebilir bir monotonluğun ağırlığına yenik düşüyor. Bunun neticesinde de film güçlü yanlarına rağmen savrukluğu yüzünden içinizde boşluk hissi uyandırıyor. Tamamlanmamış bir yolculuğun burukluğuna kendinizi bırakıyorsunuz. James White biçimsel anlamda başarılı, fakat hikâye anlamında tam da isteneni veremiyor.