29.05.2017
Fantastic Four: Aile Olmadan Önce Takım Olmak
2000’li yıllarla birlikte yükselişe geçen çizgi roman filmleri furyası, günümüzde adeta bir kasırga gibi tek tek ürünlerini vermeye devam ediyor. Yeni çizgi roman uyarlamalarını bir kenara bırakırsak, eski uyarlamaların remake’leri ya da baştan yapılandırılmalarıyla daha önceden denenmiş örnekler, yeni formlarıyla seyircinin karşına çıkıyor. Bu halkanın yeni üyesi de Fantastic Four oldu. Daha önceden yapılan iki filmdeki kadro dağıtılarak yerine günümüzün popüler oyuncularıyla yeni bir seri yaratılmaya çalışılıyor. 2015 yapımı fırından taptaze çıkan yeni Fantastic Four’a bir göz atalım.
Fantastic Four, daha önceki serinin ilk filmine benzer bir hikâyeyle karşımıza çıkıyor. Ancak tek bir farkla, bakış açısını değiştirmeye çalışıyor. Önceki yapılan filmin derinliklerine inmek amaçlı, X – Men Origins filminin yaptığı yaparak karakterlerin dönüşüm hikâyelerine çocukluklarından başlayarak, gençliklerini referans alarak karakterlere derinlik katmayı hedefliyor. Bu amaçla okul yıllarında yapılan bilimsel çalışmaları gözlemlemeyi hedefliyor. Üstelik bunu yaparken Fantastic Four’un baş düşmanı Dr.Doom’u da bir genç olarak hikâyeye dahil ediyor. Konuyu kısaca özetlersek; genç bilim adamları Reed Richards (Miles Teller), Victor Von Doom (Toby Kebbell) ve Sue Storm (Kate Mara) yanlarına Johnny Storm’u (Michael B. Jordan) alarak ışınlanma teknolojisi üzerine bir makine yapmaya kalkışırlar. Bu makine başka bir gezegene köprü sağlamaktadır. Gezegene yapılan bir araştırma gezisi sırasında oluşan patlama sonrasında ana karakterler bir nevi süper güçler kazanırlarken, Amerikalıların militarist tutumu yüzünden askeri bir projeye dönüşürler. Sonrasında da olaylar gelişmeye başlar. Filme dair spoiler çanları çalmaması adına kısaca konuyu böyle özetleyebiliriz.
Hikâyenin köklerine dönerek karakterlere derinlik kazandırmak istenirken, bir hataya düşülüyor. Belki karakterlerin çokluğundan dolayı, karakterlerin gelişimleri yüzeysel olarak geçilerek sadece birbirleriyle etkileşimleri vurgulanıyor. Bu da karakterlerin özüne inmemizi engelliyor. Kısa sahnelerle karakterlerin mantıklarından karakterleri anlamamız beklense de film boyunca sadece birer süper kahramana dönüşme süreçlerinin ötesine geçilemiyor. Bu da senaryonun zayıf kalmasına neden oluyor. Fantastic Four’un en sevilen karakterlerin The Thing, diğer adıyla Taş Adam Ben Grimm hikâyenin büyük bir kısmında yan karakter olarak filmin içinde barınmaya çalışıyor. Reed, Sue ve Doom arasındaki muğlak aşk üçgeni de hafif bir dozajda filmin içine serpiştiriliyor.
Genelde çizgi roman dünyasında aile kavramına en çok vurgu yapan Fantastic Four, bu filmde genelde mentor Franklin Storm’un sözleriyle bu temaya bağlantı kurmaya çalışsa da daha çok takım çalışmasının önemi tema olarak öne çıkartılmaya çalışıyor. Yüz dakikalık filmin seksen dakikası bu unsurlar etrafında kotarılmaya çalışılsa da film, bir süper kahraman filmi açısından hantal kalıyor. Süper kahraman filmlerinde alıştığımız tempo filmin içinde kaybolarak son yirmi dakikaya sığdırılmaya çalışan aksiyonuyla, yeni başlayan seriye sadece girizgah katkısında bulunmayı yeğliyor. En çok eleştirilen süper kahraman filmlerinden Spider Man 3’ün hatasına düşerek kötü karakterini yeterince verimli kullanamıyor. Bu durum da doğal olarak beklentilerin karşılanmamasına neden oluyor.
Mekân – zaman çerçevesinde bakıldığında film, süper kahraman filmlerinden beklenmeyecek düzeyde minimal alan kullanımıyla dikkat çekiyor. Filmin neredeyse çoğunluğu kocaman bir bilim laboratuarında cereyan ettiğinden, daha önce çekilen serideki çoklu alan kullanımı bu filmde sınırlı kalıyor. Hızlandırılan zaman, hikâyenin derinliklerine temas etmekten uzak kalırken film de sadece bir Hollywood eğlencesine dönüşüyor. Ya da farklı bir bakış açısıyla gençlik filmine evriliyor. Bunun nedeni de büyük bir ihtimal karakterlerin insanlığına vurgu yapılmak istenmesi olabilir.
Filmin yönetmeni koltuğunda Chronicle filmiyle tanınan Josh Trank oturuyor. Filmin başına getirilmesinin belli ki nedeni ilk filmindeki süper güçlere sahip gençler konusunda başarısı olduğu söylenebilir.
Satır aralarına baktığımızda filmin öne çıkan noktalarında ilk göze çarpan şey, çizgi romanlarda beyaz bir adam olarak resmedilen Johnny Storm’un siyahi izleyicileri de filme çekmek adına siyahi bir oyuncuya emanet edilmesi gösterilebilir. Fantastic Four’un bir aileyi anlatmasına karşın ırkçı bir alt metninin olması eleştirilerine karşılık yapımcıların bu handikabı avantaja döndürmek uğruna siyahi bir karakter yaratılmasına neden olduğu söylentiler arasında geçiyor.
Diğer önemsiz bir ayrıntı da filmin ana karakterlerini canlandıran Miles Teller ve Michael B. Jordan’ın gelecek projelerinde birer boksörü canlandırması da yüzleri gülümseten bir tesadüf olarak dikkat çekiyor.
Sonuç olarak Fantastic Four yani Türkçe adıyla Fantastik Dörtlü daha çok bir geçiş filmi… Hikâyenin süresi kısa tutularak Marvel evrenin aile temalı bu hikâyesine giriş yapıldığı söylenebilir. Bu yüzden de senaryo bir yerlerde sıkışarak kısır bir konunun işlenmesi söz konusu oluyor. Serinin devam filmlerinde bu sorunun halledilmesi adına olumlu gelişmeler olabilir. Hikâyenin genişlemesiyle film kendince ritim kazanabilir. Ama şimdilik bu haliyle bir süper kahraman filmi olarak beklentileri karşılamıyor. Sadece ağızda kötü bir tat bırakmayarak gelecek vadediyor. Marvel evrenini sevenler için tavsiye edilebilir, bunun haricinde sınırlı bir sinema deneyimi olarak ortalamada hapsoluyor. Umarım ileride kendini aşıp çizgi roman okuyucularının kalbini kazanır. Aksi takdirde zamanın içinde unutulacak bir serinin ortaya çıkması da kaçınılmaz gerçektir.