29.05.2017

The Forbidden Room

“Havaya Attığım Okun Geri Gelmesini Bekliyorum.”

Kanadalı yönetmen Guy Maddin’in post prodüksiyonuna başladığını bildiğimiz son projesi “Seances” dan bir önceki filmi “The Forbidden Room (Yasaklı Oda)”, bu yılki !f 2015 programının en dişe dokunur yapımlarından biri. Hele siz de benim gibi sessiz film dönemi ile 1900’lü yılların başındaki Alman Dışavurumcu sinemanın hayranlarındansanız, işte aradığınız film bu! Bu söylem ‘sevmeyenler sakın izlemesin’ şeklinde anlaşılmasın. Film gerek yarattığı atmosfer, gerekse çok katmanlı yapısıyla çoğu sinefili cezbedecek cinsten.

The Forbidden Room, her ne kadar sürrealist film geleneğine bağlıymış gibi algılansa da özünde dışavurumcu sinemanın 21. yüzyıl sekmentinde modernize edilmiş hali. Uzun yıllar kısa filmler ile filmografisini oluşturan Maddin’in kısa filmlerinde sezilen mistik ve gizemli havanın daha da genişletilmiş, daha da boyut katılmış hali.

Bornozuyla bizi selamlayarak ara ara kadraja giren Marv, bize banyo ve banyo yapmanın tarihçesini sunuyor. Banyo yapmak arınmak ve temizlenmektir. Film de bizi ılık bir duş aldırıp rahatlattıktan sonra en saf ve arı halimizle yaşananlara ya da yaşanacaklara hazır hale getiriyor. Önce kaptanı kayıp bir denizaltıdaki çalışanların boğulmamak için sarfettikleri çabaya şahit olduğumuz filmde, hemen sonrasında bir mağaraya, bir eve ve geçiş amaçlı kullanılan bir asansöre adım atarıyoruz. Dikkat edilmesi gereken nokta, ziyaret ettiğimiz bu yerleri düz anlamıyla zihne almamak. Her bir mekanda suçluluğun, saflığın, farkında olmanın ve hatta güvenin ne olduğu üzerine düşündüğümüz filmde, yaratılan karakterler her diyaloğunda yeni sorular sorarak kafamızı daha da yoruyor; karmaşık bir yapı (dünya) içindeki varlığımıza dair bir çentik daha atıyor.

Yönetmen, fetişist oyuncularından Udo Kier’i de kadrosuna dahil ettiği filmde, karakter yaratımında seçilen, her ne kadar riskli bir durum da olsa, bir karaktere birden fazla rol biçme durumu oldukça başarılı bir şekilde işleniyor. Filmdeki her karakter; başka bir boyutta, başka bir zihinsel süreçte, sürekli bir devinim içinde karşımıza çıkarak, bir algı yanılması yaratıyor. Karşıt durumların yarattığı anlam zinciri, aynı karakterin bölünerek ortaya koyduğu biçimsel durum, anlamı iyiden iyiye zenginleştiren etmenlerden.

Maddin’in kısalarından birkaçındaki masalsı atmosferi, her fırsatta yeniden biçim vererek üreten The Forbidden Room, gözlemleyebildiğimiz ölçüde özellikle çoğu masaldan olmakla beraber özellikle Oz Büyücüsü’nden büyük oranda alıntılama yapıyor. Malumunuz Oz Büyücüsü’nün alt okumaları hâlâ ucu açık tartışmalara konu oluyor. Birbirlerini tek tek yolculuğa davet eden yol arkadaşlarından birinin ayağına kayalar bağlı, öteki havaya attığı bir okun geri gelmesini bekliyor, bir diğeriyse yerdeki karı dinliyor. Dördüncü ve bu mistik yolculuktaki diğer elemanları bir araya toplayan karakter ise bilinmedik bir yolculuğa diğerlerini davet etmekle görevli. Gerçekleşen bu yolculukta aslında ne ulaşılması gereken bir yer var ne de amaç edinilmesi gereken bir yol.

Kuşkusuz filmin en gerçekçi alıntılamaları gerçek evrenle hiçbir bağı olmayan bu ütopyada, İsa’nın on iki havarisinden biri olan Yuhanna’dan yapılan alıntılamalar. Daha film kadrajını açtığı ilk saniyelerde bizi karşılayan “…herkes doyunca masadan arta kalanları alın…” ayeti pek tabii ayetin gerçek çıkarımını ve alınması gereken dinsel boyutundaki anlamını bir kenara bırakacak olursak; filmsel anlatıya bizi en başta belirttiğim bornoz ve banyo imgeleriyle birlikte hazırlama niyetinde.

Gula ile Deng hikayesi, Fal Kemiği Hastanesi vb. sadece o ütopya için tasarlanmış ve bulunduğumuz evrene sokulan olaylar, mekanlar yahut kişiler, yönetmenin bulunduğumuz dünya karşısındaki tutumunu, anlayışını ve beklentilerini özetler durumda. Duyguları yok etmek için madde formundaki bedende bazı unsurları kırsak, parçalasak, eğsek, büksek de; duygular yine baki kalıyor. Tıpkı bozuk yapılmış bir yap-boz gibi kendini bozup bozup yine yeniden inşa ediyor. Hatalı veya kusurlu, bilhassa çarpık olan bilinçaltı ve onun üst mevkilerindeki zihin; kendine seçtiği ve yarattığı algıyı devamlı muhafaza ediyor. Bu aşamada karşımıza çıkan hikayelerden “kadının kalçalarına bakan adamın hikayesi”; adamın somutta kalan beyni, gözleri sürekli hasat edilse de; adam yine kalçalara bakar. Buna engel olmanın; duyguları törpülemenin ne yazık ki bir tedavisi mümkün değil. Haz alınan olguyu topyekün ortadan kaldırmadıkça başka bir alternatif yok. Bu ise sadece görsel imgeyi kırmakta; düşünsel imge hep hayatta.

Hazır yaratılan mistik ve esrarengiz ögelere girmişken The Forbidden Room’daki hikâyelerden birinde, âşık olunan ve arzulanan kadının Berlin ile Bogotá arasındaki belirsiz bir bölgeye, yine belirsiz bir tren olan Berlin-Kolombiya Express’i ile seyahat etmesine de değinmeden geçemedim. Margot’un mağarası, değeri, konumu ya da biçemi belli olmayan bir para faktörü, belirsiz bir tanrı imajı ve daha pek çok unsurun yer aldığı The Forbidden Room; yazılanları, çizilenleri okumaktan öte mutlaka izlenilmesi gereken bir film.

Sürekli olarak David Lynch ile birlikte anılma ihtiyacı hissedilen Guy Maddin ile film sonrasında kafalardaki soru işaretlerini az buçuk gidermek adına yapılan söyleşiden aşağıda bir kesit var. Keyifli okumalar; iyi seyirler…

Guy Maddın: “KENDİ Filmlerimi Yapaken Bir Trans Halindeyim.”

“…Film çekerken daha çok elektrikli bir süpürge gibi bütün imajları, görüntüleri içine alıyoruz. Ama bütün bu anlamı inşa eden montaj ve çekerken bunu sürekli düşünüyorum. Benim için başka insanların filmlerini izlerken montajın daha sakin ve filmin gidişatını daha sakin görmek güzel oluyor. Ama kendi filmlerimi yaparken; daha çok bir trans halindeyim. Bütün çekimler, kamera harekteleri doğaçlama bir halde ilerliyor. Onları benim için bütün olarak toparlayan unsur montaj.

Filmdeki bir çok şey önceden yazılmıştı ve senaryoda vardı. Hikayelerin birbirine bağlanması için çok önemliydi. Benim için doğaçlama daha çok filmi çekerken kamerayla olan bir süreç. ama hikaye hepsinden daha önce planlanarak ortaya çıkmıştı.

Daha önceden varolan ama hiç bir zaman çekilmemiş sessiz filmlerin senaryolarını ben kendimce uyarladım. Yani; bütün bu hikayelerin hepsi daha önceden varolan sessiz filmlerin, bugün kendimce uyarladığım bir hikayeler bütünlüğü.

İzlediğiniz film aslında daha sonradan faaliyete geçecek bir internet projesi. Bütün bu kısa filmler aslında tek tek yapıldı. Biz bunu sadece bir uzun metrajlı filme dönüştürdük. Dönüştürürkende aralarına sadece ufak bağlantılar ekledik. Sonbaharda ortaya çıkacak bir web sitesi hazırlanıyor. Ve bunlarla birlikte pek çok kısa film izleyici bu sitede karşılayacak.

Sessiz sinema ve kayıp sinema döneminden filmlerle çalışıyoruz. Örneğin; The Forbidden Room’da bir Japon yönetmen olan Naruse’ye ait kısa filme biz yeniden biçim verdik. Bu hikaye ‘bıyıklı ölü adam hikayesi’.

Kanada’ da ‘nfb.ca’ adlı bir site var. Ve Kanada’daki bu filmleri destekliyor. Bu site üzerinden izlediğiniz filmin bir interaktif versiyonunu yapıyoruz. Örneğin; bir filmi yalnızca tek defa izleyebileceksiniz. Videolarda, bir videodan diğer videoya geçişte iç içe videolar arası geçiş  uygulaması gibi uygulamalarımız olacak. Ayrıca her film kendi adını ve başlığını oluşturacak…”.