29.05.2017
ELEŞTİRİ: Foxcatcher
Capote (2005) ve Moneyball (2011) filmlerinden tanıdığımız Bennett Miller’in son filmi Foxcatcher vizyona giriyor. Film, 67. Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülü kazandı ve 22 Şubat’ta dağıtılacak 87. Oscar ödüllerine de beş dalda aday oldu. Bu çerçevede film, hem yönetmenin diğer işleri hem de aldığı ödüller ve adaylıklar göz önünde bulundurulunca; haliyle merak uyandırıyor.
Gerçek hikayeye dayanan Foxcatcher, 1984 Los Angeles Olimpiyatlarında Mark (Channing Tatum) ve Dave Schultz (Mark Ruffalo) kardeşlerin güreşte altın madalya kazandıktan sonraki yaşamlarını anlatıyor. Özellikle filmde kardeşlerin, ilerleyen yıllarda ABD güreş milli takımının sponsoru da olacak Foxcatcher Team’in sahibi John du Pont ile ilişkileri üzerinde duruluyor. Kazandığı madalyalara kıyasla devletten gerekli ilgiyi görmediğini hissettiğimiz ve abisi Dave’in de gölgesinde kaldığını düşündüğü Mark, John du Pont’tan (Steve Carell) gelen teklifle beraber Foxcatcher malikanesine taşınıyor ve burada kurulan ekiple çalışmalarını sürdürüyor. Filmin başında Mark Schultz’un hayatının anlatılacağı hissiyatı verilse de hikaye; Mark’ın abisi Dave ile olan ilişkisi, John du Pont’un yaşamı ve Schultz kardeşlerle kurduğu ilişkiler etrafında şekilleniyor. Filmin başında gösterilen Mark ve Dave’in antrenman sahnesine baktığımızda karşımıza çıkan ikili arasındaki çatışma hali, filmin genelinde de kendini gösteriyor. Bu durum, Mark’ın aslında içini sadece Dave’e dökebilmesinden (Mark, filmin bir sahnesinde en yakın arkadaşının Dave olduğunu söylüyor) ve Dave’in ne olursa olsun kardeşine sahip çıkıp ona yardım etmesinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla Mark’ın, Dave’in yanında hâlâ çocuk olarak kaldığını söylemek mümkün. Bu durum, filmin geneline hakim olan ancak özellikle güreş sahneleri olmak üzere ikili diyalogların yaşandığı kısımlarda kullanılan yakın çekimlerle kuvvetlendiriliyor. Geçmişleri ile ilgili veya Dave’in eşi ve çocuklarının hikayelerine girmeden, kardeşlerin o dönem içindeki yaşadıkları ön planda tutuluyor.
John du Pont’un gücü elinde tutması, imkanlarını kullanarak başarıya ulaşması ve bu sayede kendini tatmin etme çabası ile zenginliğin getirdiği, her şeyi satın alırım güveni, Foxcatcher’da karaktere uygulanan, renk vermeyen soğuk makyajla birlikte oyuncunun ifadelerini gizleyen ve ne yapacağı önceden kestirilemeyen tavırları ile yansıtılıyor. Bu öngörülemeyen tutum ve davranışlar filmde, bizi beklenmedik vurucu bir sona götürüyor. Filmde John du Pont, kendisine Amerika’nın simgesi olan “kartal” diye hitap edilmesini istiyor. Bu ayrıntı, onun hırsının ve elde etme arzusunun ne kadar büyük olduğunu görmemizi sağlıyor. İki-üç sahnede gözükmesine rağmen, anne karakterinin oğlu John du Pont’tan memnun olmama durumu, etkileyici ve uyarıcı birkaç replik ve annenin aşağılayıcı ve beğenmeyen bakışlarıyla izleyenlere hissetiriliyor. Ancak film, John du Pont’un annesi ile yaşadıkları üzerinden olayları dramatize etmiyor. İzleyici, yaratılan bu mesafeli atmosferle de karakterin yaptıklarıyla özdeşleşmemiş oluyor.
Filmde, müzik nerdeyse hiç yok ve gerilim; yaratılan atmosfer, oyuncuların ifadeleri ve uygulanan yakın çekimlerle sağlanıyor. Foxcatcher, oyuncuların gösterdikleri iyi performanslarının yanı sıra gerçekteki kişilere olan benzerlikleri ve gerçek hikayeyi bilmeyenler için sürpriz sonu ile göze çarpıyor.